Ahmet Zahid DEMİRCİLER

Kırklareli Üniversitesi https://ror.org/00jb0e673

Anahtar Kelimeler: Şiir şerhi, cümle tahlili, dil içi çeviri, Türk nahvi, bağlılık ağacı

Eski Türk edebiyatı dönemine ait bir şiirin yorumlanma süreci birkaç merhaleden oluşmaktadır. Bu merhalelerin belki ilki şiirin sanatlarla örülü anlam yükünü taşıyan temel cümle veya cümleleri anlamadır. Şiirlerin standart Türkiye Türkçesine aktarılması şeklinde betimlenebilecek “dil içi çeviri” yöntemine bu amaç doğrultusunda yaygın bir şekilde başvurulmaktadır.

Dil içi çeviriyi doğru bir şekilde gerçekleştirmenin ön şartı sayılması gereken bir husus, beyit yahut mısrayı oluşturan cümle veya cümlelerin tahlilidir (Dilçin, 2011, s. 233). Şiirde gerek ahenk için gerek birtakım anlam inceliklerini sağlayabilmek için standart cümle yapısının değiştirildiği malumdur. Söz konusu olan eski şiir olduğunda vezin ve kafiyenin şiir ahenginin esası olması cümle yapısındaki değişiklikleri daha da artırmaktadır. Dilçin’in (2011, s. 233-234) eski şiirin dil içi çevirisinde uyulması gerektiğini tespit ettiği on iki ilke ve kuraldan beşi cümle yapısıyla ilgilidir. Beytin cümle yapısının tahlili, dil içi çeviri için bir ön şart olmasından başka cümle yapısındaki değişikliklerin şiire kattığı anlam inceliklerini tespit için de gereklidir.[1] Şiir yorumunda cümle tahlilinin önemini gösteren diğer bir husus ise kelimelerin ifade ettikleri anlamların cümledeki vazifeleriyle doğrudan bağlantılı olmasıdır.

Neticede bir beyti anlayıp yorumlamak ve dil içi çevirisini yapabilmek için cümle tahlili kaçınılmazdır. Bununla beraber eski Türk edebiyatı çalışmalarında bu aşama çoğunlukla bir zihin faaliyeti olarak kalmaktadır. Cümle tahlilinin kâğıt üzerine dökülmemesi dil içi çeviri işlemini gerekçeli bilimsel bir açıklamadan mahrum bırakmaktadır. Tahlil esnasında yapılacak bir hatanın çeviri işlemlerini de iptal edeceği ortadadır. Yahut cümle tahliline dair farklı tespitler beytin yorumlanmasını da tabii olarak değiştirecektir.

Akademik çalışmalarda çoğunlukla ihmal edilen cümle tahlili, aslında İslâm geleneğinde metin yorumlama faaliyetinin bir parçasıdır. Bu faaliyet ana hatlarıyla dört aşamadan meydana gelir. Öncelikle kelimelerin yapıları ve anlamları hakkında bilgi verilir. İkinci olarak kelime öbekleri ve cümle yapısı tahlil edilir. Bundan sonra edebî sanatlar açıklanır. Son olarak ibarenin dil içi çevirisine yer verilir. Arapça literatürde bu yöntemin sayısız örneğini görmek mümkündür. Nitekim Mehmed Zihni Efendi (1328), Arap belagatine tanık gösterilen şiirleri şerh etmek için Türkçe kaleme aldığı el-Ḳavlüʾl-Ceyyid adlı eserinde bu yöntemi Arapça beyitlere uygulamıştır.

Eski edebiyatın canlılığını devam ettirdiği dönemde Türk şiirine yapılan şerhlerin tamamına yakını tasavvufidir. Bunlar ve bir beyit hakkında yapılan açıklamalar hariç tutulduğunda bir şiirin şerh edildiği iki örnek bilinmektedir. Bunlardan biri Bergamalı Kadri’nin (ö. 937/1530’dan sonra) Hayalî Bey’in gazeline, diğeri ise Ferrî’nin (ö. 1805) kendi gazeline yaptığı şerhtir (Özyıldırım, 2002). Bergamalı Kadri’nin şerhi incelendiğinde yukarıda açıklanan yöntemi uyguladığı görülür (bk. Bergamalı, 1946, s. 94-113, 2002, s. 59-70; Kaçar, 2018, s. 176-185). Müellifin, yöntemi ile Türkçede yegâne olan şerhi eski şiirin yorumunda cümle tahlilinin yukarıda açıklanan önemini teyit etmektedir. Ayrıca müellifin yazdığı gramer kitabının sonunda, anlattığı gramer kurallarının uygulama zemini olarak nesir değil de şiir seçmesi dikkate değerdir.

Bergamalı’nın Müyessiretü’l-Ulûm[2] adlı Türkçe dil bilgisi kitabının sonunda yer alan gazel şerhine eserin ilk tanıtmalarından itibaren dikkat çekilmiştir. Nitekim Kâzım Nâmi [Duru] (1328), eserin Türk kamuoyuna tanıtıldığı ilk yazısında Hayalî’nin gazelinin sarfî ve edebî bakımdan “uzun uzun” tahlil edildiğini söyleyerek ilk beytin tahlilini örnek olarak yayımlar. Bursalı Mehmed Tahir (1330) de Bergamalı’nın bu uygulamasını tahlîl-i sarfî ve nahvî olarak adlandırır. Mehmed Fuad [Köprülü] (1933) unutulan eseri hatırlatmak için yazdığı makalesinde tahlîl-i sarfî ve nahvîyi “gramer noktasından tahlil” olarak günceller.

Gerek akademik çalışmalarda gerek eski Türk edebiyatının öğretilmesinde hâlen kullanılan “edebî sanatların tespiti” faaliyeti de Bergamalı ve Mehmed Zihni’de görüldüğü gibi geleneksel tahlilin[3] bir parçasıdır. Bugün yaygın olarak “edebî sanatlar” şeklinde adlandırılan üslup özellikleri belagat, karz-ı şiir/ nakd-i şiir ilimleri çerçevesinde sistematize edilmiştir. Belagatin esasını oluşturan meani ilmi ise cümle unsurlarının nitelik ve niceliğinin anlama etkisini ele alır. Dolayısıyla cümle tahlili bir metne meani ilmi bakımından yaklaşmanın hazırlığı durumundadır.

Dil içi çevirinin bir gereği ve şiiri anlamada bir merhale olduğu yukarıda izah edilen, geleneksel metin yorumunun bir parçası ve meani ilminin zemini olan cümle tahlilinin şiir şerhinde daha etkin biçimde uygulanması eski şiirin yorumlanmasında önemli katkılar sunacaktır. Bu makalede Bergamalı’nın örneği esas alınarak eski şiirde cümle tahliline dair bir yöntem ortaya konacaktır.

Yöntem

Cümle tahlillerinin Bergamalı’nın kullandığı terimlerle yapılması, ortaya konan yöntemle günümüz araştırmacısının arasına mesafe koyacaktır. Dolayısıyla modern standart Türkçenin incelenmesinde kullanılan terimlerin tercih edilmesi daha münasiptir. Bununla beraber ortaya konan tahlil çalışmasının belagat ilimleriyle uyumlu hâle getirilmesi gerekmektedir. Zira belagat ve nahiv teorileri[4] birbirini tamamlayan sahalardır. Bir sözün belagatli olmasının ön şartı fasih olmasıdır. Fesahat için de sözün dil bilgisinin kayda geçirdiği kurallara uygun olması gerekir.

Hangi geleneğe mensup olursa olsun şiirlerde düz yazı kadar söz dizimi kurallarına riayet edilmediği malumdur. Söz konusu eski şiir olunca vezin ve kafiyenin etkisiyle söz dizimindeki değişiklikler hayli artmaktadır. Şiiri standart söz diziminden uzaklaştıran bir diğer husus da bugün kullanım sahası oldukça daralan kili yapıların yaygın biçimde kullanılmasıdır. Oldukça geniş bir anlatım aracı olan Farsça tamlamalar da söz diziminde şaire esneklik sağlayan diğer bir üslup özelliğidir. Ortaya konacak tahlil yönteminin eski şiirin sayılan özelliklerinin sebep olduğu esnekliği takip edebilecek bir kabiliyette olması gerekir. Hasılı; cümle tahlilinin günümüz gramer terimlerinin kullanıldığı, belagat yaklaşımıyla çelişmeyen, esnek bir söz dizimini takipte yeterli bir yapıda olması gerekmektedir.

Söz konusu gereklilikler gözetilerek Bergamalı’nın gazel şerhi açıklanıp tartışılacaktır. Bergamalı yukarıda da değinildiği gibi şerhini İslâm geleneğindeki geleneksel metin yorumu yöntemiyle ortaya koymuştur. Şiirdeki kelimeler tarif edilmiş, cümle yapısı tahlil edilmiş, edebî sanatlar açıklanmıştır. Bu makale cümle tahlillerini konu edindiğinden Bergamalı’nın şerhinden yalnızca ilgili kısımlar ele alınacaktır. Bu kısımlar metinde geldük iʿrābına sözüyle başlamaktadır.[5] Bergamalı’nın cümle tahlilinden sonra edebî sanatlarla ilgili yaptığı açıklamalara yer verilmeyecek, kelimelerle ilgili tariflerinden cümle tahliline katkısı olduğu ölçüde yararlanılacaktır.

Beyit incelemelerine geçmeden önce Bergamalı’nın farklı beyitlerin tahlilinde kullandığı bazı terim ve yaklaşımlar açıklanacaktır. Böylelikle her beytin incelenmesi sırasında oluşabilecek tekrarlardan ve bağlamın yitirilmesinden kaçınılmış olacak. Beyitlerin incelenmesi ise dört aşamada gerçekleştirilecektir. Öncelikle Bergamalı’nın terimleri ve yaklaşımı açıklanıp tartışılacak; terimleri günümüz terimleriyle karşılanmaya, yaklaşımı günümüz yaklaşımıyla telif edilmeye çalışılacaktır. Böylece ortaya çıkan yöntemle beytin cümle tahlili yapılacak ve bu tahlil şema üzerinde gösterilecektir. Şema çizilirken bağlılık ağacı (dependency tree) örnek alınmıştır[6] . Bağlılık grameri, cümle tahlilinde nahve benzer biçimde kelime öbeklerini ve cümleleri birbirine hiyerarşik olarak bağlı unsurlardan oluşan yapılar olarak ele alır.[7] Bu ağacın seçilmesinde nahivle olan yaklaşım benzerliğinden başka eski şiirin esnek söz dizimi yapısını yansıtmaya elverişli olması da belirleyici olmuştur. Beyit incelenmesinde tartışma, tahlil ve tahlil şemasından sonra son olarak beyitlerin dil içi çevirileri de verilecektir.

Bergamalı’nın Tahlilindeki Bazı Terimler ve Yaklaşımlar

Bergamalı’nın Arap dilciliğini esas alarak eserini meydana getirdiği malumdur. Arap nahvinin medrese müfredatındaki yeri göz önüne alındığında o dönemde Türkçe gramer yazmak isteyen bir Türk’ün, bildiği nahiv metodunu kullanması tabiidir. Bergamalı’nın elinde Türkçe gramere dair yapılmış herhangi bir incelemenin olmayışı da yaptığı uyarlamayı güçleştiren bir husus olmuştur. Eserin yazıldığı XVI. yüzyıldan XIX. yüzyıla kadar Türkçe gramerin incelenmesine ihtiyaç duyulmamasının da etkisiyle bu yegâne eser unutulup gitmiş, kendinden sonra yapılacak çalışmalara bir etkisi olmamıştır. Bu sebeplerle bazı dil hadiselerinde günümüz anlayışına yabancı yaklaşımları vardır. Bunlardan gazelin hemen her beytinin şerhine yansıyanlar aşağıda açıklanacak, tartışılacak ve günümüz yaklaşımlarıyla telif edilmeye çalışılacaktır.

Müpteda, Fail ve Haber

Bergamalı’nın kullandığı müpteda ve fail terimlerinin her ikisi Karabacak (1997, s. 263, 276) tarafından “özne” olarak tercüme edilmiştir. Bergamalı (1946, s. 80) müptedayı “kendisinden sonra kendisi hakkında bir hükümle haber verilen söz” olarak tarif ederken failin açık bir tanımını yapmaz. Tanımdaki “kendisinden sonra” ifadesinden anlaşılacağı üzere müpteda cümle başında veya yüklemden önce gelen “özne”lere denmektedir. Fail ise, kendisine tam bir fiil yüklenen isim olarak tanımlanmakla birlikte fiilden sonra gelmesi gerekmektedir (el-Lebdî, 1985, s. 175-176; Uzun, 1997, s. 35). Müpteda bulunan cümlelerde fiil çekimindeki şahıs eki, fail kabul edilmekte; cümlede müpteda yoksa şahıs eklerine bir ad verilmemektedir. Bu açıklamalara göre Türk gramerciliğindeki “özne” teriminin müptedayı kapsadığı, fail ile ise bazen örtüştüğü bazen örtüşmediği söylenebilir.

Öznenin, fiilden önce gelip gelmemesine göre farklı terimlerle adlandırılması Arapça cümle yapısı ile ilgilidir. Dolayısıyla fiilden önce veya sonra olmasına göre “özne”yi farklı terimlerle karşılamak Türkçe için doğru değildir. Bu sebeple makalede fiilden sonra geldiği için fail olarak adlandırılan terimler de “özne” olarak tercüme edilecektir. Yalnızca fiil çekimlerinin şahıslarını ifade eden failler tercüme edilmeden fail olarak bırakılacaktır.

Fiil ve failin müptedadan bağımsız bir yan cümle kabul edilmesi de nahve ait bir yaklaşımdır. Bergamalı ilk iki beytin ilk mısralarının tahlilinde bundan söz eder. Tartışılması başlı başına bir konu olan bu hususa tahlillerde değinilmeyecektir.

Haber terimi, öznesi müpteda olarak adlandırılan cümlelerin yüklemini ifade eder (Bergamalı, 1946, s. 80). Müpteda makalede “özne” ile karşılandığından haber de “yüklem” ile karşılanacaktır.[8]

Birleşik Fiiller

Günümüz gramerlerinde yardımcı fiil ve fiil anlamı kattığı isimlerin birleşik fiil kabul edildiği malumdur (Korkmaz, 2003, para. 241). Bergamalı’nın gazel şerhinin tamamı gözden geçirildiğinde, birleşik fiillerle ilgili üç farklı yaklaşımı görülmektedir.

Bir yaklaşımı, birleşik fiilin isim unsurunu tümleç kabul etmesidir. Diğer yaklaşımı günümüz anlayışına uygun olarak bunların birleşik (mürekkep) olabileceğidir. Nitekim ikinci beytin birinci mısrasındaki tarh saldı fiilini açıklarken bu ifadenin birleşik olabileceği gibi saldının fiil, tarhın tümleç olabileceğini de ifade eder. Üçüncü yaklaşımı ise yardımcı fiilin nakıs fiil, isim unsurunun haber (yüklem) olmasıdır. Bergamalı bizzat nakıs fiil terimini kullanmasa da beşinci beytin ikinci mısrasında alçak gönüllü ifadesini olalının haberi kabul etmesi bu yaklaşımını göstermektedir. Nahivde anlamının tamamlanması için bir habere ihtiyaç duyan fiillere nakıs fiil denmektedir (Uzun, 1997, s. 105). Nakıs fiiller, Türk gramerciliğindeki yardımcı fiillerin benzeridir. Haber ile kastedilen, yardımcı fiille birleşik oluşturan isimlerdir. Nakıs fiilin failine ise nahivde isim adı verilmektedir. Bergamalı’nın sözü edilen üç farklı yaklaşımına karşın bu çalışmada tutarlılığı korumak için tek bir yaklaşım benimsenecek, bu yaklaşımda tahlilin gerektirdiği tespitlerin ötesinde ayrıntılara yer verilmeyecektir. Eski şiirin beyit yapısı göz önüne alındığında bu husustaki temel gereklilik birleşik fiillerin unsurlarını tespittir. Standart Türkçede belirten/tamlayan unsur, hemen yanında yardımcı fiil gelmektedir. Hâlbuki eski şiirde bunların yeri değişebilmekte, aralarına cümlenin başka unsurları girebilmektedir. Türkçe gramerlerde yardımcı fiilin eklendiği isimlere verilen yaygın bir ad yoktur. Nahivdeki haberin karşılığı olan “yüklem”i kullanmak ise cümle yapısının tahliliyle ilgili başka tartışmaları beraberinde getirecektir. Bu sebeple söz konusu unsurlar, tahlillerde “yardımcı fiili belirten/tamlayan isim” ifadesinin bir kısaltması olarak “yardımcı fiilin ismi” olarak gösterileceklerdir.

Mef’ûlün-bih ve Mef’ûlün-bih Gayr-ı Sarîh

Bergamalı, günümüz gramerinde dolaylı tümlece dâhil edilen {–(y)A} eki almış cümle unsurlarını nesne kabul etmektedir. Nitekim üçüncü beytin birinci mısrasını açıklarken {–(y)I} veya {–(y)A} eklerinin aynı vazifede olduğunu, nesnenin bunlardan hangisini alacağını yüklemin belirlediğini söyler. Bununla beraber bu ikisini birbirinden ayırmak için {–(y)A} eki almış nesneleri mef’ûlün-bih gayr-i sarîh olarak adlandırır. Mef’ûlün-bihin tam karşılığı “tümleç” değil “nesne” olduğundan[9] mef’ûlün-bih gayr-i sarîhin tercümesi “dolaylı tümleç” değil “dolaylı nesne” olmalıdır. Tahlillerde {–(y)A} eki almış unsurlar “dolaylı nesne” olarak gösterilecektir.

İşaret Öbekleri

Bergamalı ol bina öbeğinde ol kelimesini işaret ismi, binayı ise sıfat olarak tespit etmiştir. Nahivde işaret isimleri işaret ettikleri varlığı göstermede yeterli olduklarından bunlardan sonra getirilen kelimeler bir belirten olarak düşünülmekte ve sıfat olarak adlandırılmakta; işaret ismi ise öbeğin esas unsuru kabul edilmektedir. Bu yaklaşım Arapçada esas unsurun yardımcı unsurdan önce geldiği öbek yapısına da uygundur. Nitekim Arapça sıfat öbeklerinde sıfatlar niteledikleri isimden sonra gelirken işaret isimleri işaret ettikleri isimden önce gelir (bk. Mehmed Zihni, 2000, s. 135, 140). Hâlbuki Türkçede işaret isimleriyle kurulan öbeklerde işaret isimleri sıfatlar gibi belirttikleri kelimeden önce gelmektedir. Bu durumda öbeğin esas unsuru değil yan unsuru olacaklarından nahvin sözü edilen yaklaşımının Türkçe işaret öbeklerine uygulanması doğru olmaz. Dolayısıyla işaret öbekleri tahlillerde günümüz yaklaşımına uygun olarak gösterilecektir.

Beyitlerin Cümle Tahlili

Bergamalı Kadri, mısraları ayrı ayrı incelediğinden aşağıda her bir mısra başlık olarak verilerek ilgili tartışmalar bu başlığın altında yürütülecektir. Bununla beraber anlam mısrada değil beyitte tamamlandığından tahlil, tahlil şeması ve dil içi çevirilerde mısra değil beyit esas alınacaktır.

Birinci Beyit

Tīr-i cefālar eyledi baġrum delik delik

Eyledi, yüklem; faili üçüncü tekil şahıs, öznesi tîr-i cefâdır. Yüklemin faili olan üçüncü tekil şahıs, ek ile gösterilmediğinden takdir edilmiş yani varsayılmıştır.[10]

Cefâ, tîrin Farsça belirtisiz tamlayanıdır[11]. Bergamalı önce cefalar kelimesindeki çokluk ekinin tîri de cefayı da belirtebileceği söylemiştir. Buna göre tîr-i cefâlar, “cefalar oku” veya “cefa okları” olarak da tercüme edilebilir. Fakat müellifin takip eden açıklamalarından -aşağıda değinilecektir- okun birden çok olması gerektiği anlaşılmaktadır. Bu sebeple tamlama dil içi çeviride cefa okları şeklinde tercüme edilecektir.

Eyledi fiili iki tümleç[12] alan bir fiil olarak tespit edilmiş; birinci tümlecinin bağrım, ikinci tümlecinin delik olduğu belirtilmiştir. Bergamalı’nın birleşik fiillerle ilgili farklı yaklaşımları yukarıda tartışılmıştı (bk. “Birleşik fiiller”). Buna binaen tahlilde delik, eyledi yardımcı fiilinin ismi olarak gösterilecektir.

Bağrım kelimesi birinci şahıs iyelik eki[13] almış, bundan dolayı isim tamlaması[14] olarak adlandırılmıştır.

Delik kelimesinin tekrarının tekit olmadığı vurgulanmıştır. Bunun sebebi kelime tekrarları tekit anlamı katabileceği içindir. Tekit, yanlış anlamanın önüne geçmek için veya muhatabın sözün sahibine inanmadığı durumlarda yapılır (el-Lebdî, 1985, s. 246). Delikin beyitte tekrar edilmesinin âşığın vücudunda birden fazla deliğin açılmasıyla ilgili olduğu, tîr-i cefâ tamlamasının çokluk eki almasının da bu anlama uygun olduğu belirtilmiştir. Zira birden çok yara açılması için birden çok ok gerekir. Eğer tamlama çokluk eki almasa veya çokluk eki aldığı hâlde delik kelimesi tekrar edilmese, Bergamalı’ya göre, bu uyum bozulur ve şiirde kabahat ortaya çıkardı.

Bergamalı, cümlede kendisine benzetilen tîrin benzetilen cefanın önüne alınmasını teşbihte asıl odağın kendisine benzetilen olmasına bağlar. Cefatîrin önüne almak Farsça tamlama yerine Türkçe tamlama yapmak ile mümkün olabilirdi. Farsça ve Türkçe tamlama tercihinin böyle bir sebebe bağlanması dikkat çekici bir yorumdur. Bergamalı’ya göre oka ait bir nitelik olan delik delik eylemeden söz edilmesi de kendisine benzetilenin yani “ok”un beyitteki merkeziyetini ispatlamaktadır.

Ġam oḳlarıyla ṭobṭoluyam nite kim belik

Tobtoluyam, yüklem; “ben” gizli öznedir (mübdetâ-yı mahzûf).

Gam, okun belirtisiz tamlayanıdır. Gam oklarıyla ifadesinin tobtoluyam yüklemine müteallik olduğu belirtilmiştir. Müteallik, “taalluk eden” anlamında olup taalluk, bir cümle unsurunun edatla yükleme bağlanmasına denmektedir (el-Lebdî, 1985, s. 156). Burada gam okları tamlaması ile edatıyla edat öbeği oluşturarak tobtoluyam yüklemini nitelemektedir.

Nitenin de, tobtoluyam sözüne müteallik olduğu tespit edilmiştir. Bergamalı nitekim kelimesini açıklamakta zorlanmıştır. Nitenin “şuncılayın” anlamında işaret ismi olduğunu, “anun gibi” anlamına geldiğini, nite diyen kimsenin “işaret eylerin” manasına gelen ka-annahū uşīru demiş olduğunu, kim kelimesinin de fail ile meful arasına giren bir edat olduğunu söylemektedir. Yani niteyi “işaret ederim” anlamında yüklem, beliki bu yükleme bağlı nesne, kimi de nesne edatı yani bir nevi “hâl eki” olarak kabul etmiştir. Hâlbuki kendisi daha sonra nitekim ile başlayan ibareyi Nitekim belik toptoludur şeklinde takdir etmiştir. Belikin nesne olduğu durumda takdir ettiği toptoludur ifadesinin cümledeki vazifesinin ne olduğunu ise belirtmemiştir. Hâlbuki yan cümlenin yüklemi, takdir edilen toptoludur sözü, belik ise öznesi olmalıdır. Nite yan cümlenin yüklemi kabul edilirse bunu temel cümleye bağlayan gramatik unsurun ne olacağını da açıklamamıştır. Nitekim, esasında “nasıl” anlamındaki nite soru zarfıyla kim bağlacının birleşmesiyle oluşmuştur. Bu sebeple tahlilde bu şekilde gösterilecektir.

Nitekim bir cümle başı edatı olmasına rağmen şiirde nitekimden sonra yalnızca belik kelimesi gelmiştir. Bu sebeple Bergamalı gizlenmiş unsurları da açıklayarak cümleyi Nitekim belik toptoludur şeklinde takdir eder. Bu takdir edilen cümleye edat öbeği de eklenmelidir: “Nitekim belik oklarla dopdoludur”.

Tahlil

Beyit iki esas bir yan cümleden oluşmaktadır. İlk cümlenin birleşik fiil olan yükleminin fiil kısmı eyledi, isim kısmı delik deliktir. Özne, tîr olup cefalar kelimesiyle Farsça belirtisiz tamlama meydana getirmektedir. İkinci cümlenin yüklemi tobtoluyam, gizli öznesi birinci tekil şahıstır. İle edatı, oklar kelimesini tobtoluyam yüklemine bağlamaktadır. Gam, okların belirtisiz tamlayanıdır. Nite, zarf; kim, yan cümleyi soru zarfına bağlayan bağlama edatıdır. Yan cümlenin öznesi beliktir. Cümlenin gizlenen yüklemi “dobdoludur”, gizlenen edat öbeği ise “oklarla” şeklinde takdir edilebilir.

Tahlil Şemas

Dil İçi Çeviri

Cefa okları / cefalar oku bağrımı delik delik etti. Sadağın (oklarla) dolu olduğu gibi gam oklarıyla dopdoluyum.

İkinci Beyit

Bennᾱ-yı ʿışḳ bir ulu bünyᾱda ṣaldı ṭarḥ

Saldı yüklem, faili üçüncü teklik şahıs, öznesi bennâdır.[15] Yüklem etken geçmiş zaman[16] ile çekimlenmiştir. ʿIşḳ, bennānın Farsça belirtisiz tamlayanıdır.

Bünyâda, saldı yükleminin “dolaylı nesne”sidir (mef’ûlün-bih gayr-ı sarîh). Bir ve ulu, bünyâdın sıfatlarıdır.

Bergamalı tarh saldı sözünü iki şekilde tahlil etmiştir. Birincisine göre -günümüz gramerinde olduğu gibi- “birleşik” bir yapıdır. İkinci ve tercih ettiği yoruma göre tarh nesnedir. Yukarıdaki açıklamalara binaen tahlilde tarh, saldı yardımcı fiilinin ismi olarak gösterilecektir (bk. “Birleşik fiiller”).

Kim ol binᾱya kelle-i ʿuşşᾱḳdur helik

Kim, bağlama edatıdır[17]. Kendinden sonra gelen yan cümleyi temel cümlenin “dolaylı nesne”si (mef’ûlün-bih gayr-ı sarîh) olan bünyâda sıfat olarak bağlamaktadır. Bergamalı bunu “sıfat bağlacı” (sıfat râbıtası) olarak adlandırmıştır.[18] Bu adlandırma, kim edatının burada sıfat-fiille aynı vazifeyi gördüğünü de çağrıştırmaktadır. Bununla beraber tahlilde kim bağlama edatı olarak adlandırılacaktır.

Yan cümlenin yüklemi olarak helik, öznesi olarak kelle-i uşşâk tespit edilmiştir. Bergamalı, bildirme eki olan ve yükleme gelmesi gereken {-DIr}’ın mısrayı vezne uydurmak için özneye getirildiğini savunmaktadır. Şiirde geçen ifade günümüz Türkçesiyle “O binanın helik taşları âşıkların başlarıdır” şeklinde, Bergamalı’nın takdir ettiği cümle ise “Âşıkların başları o binanın helik taşlarıdır” şeklinde söylenebilir.[19] Cümlelerin birinin yüklemi, diğerinin öznesi durumundadır.

Bergamalı cümlede tahsis anlamı olduğunu da ifade etmektedir.[20] Fakat cümlenin anlamını takdir ederken özne ve yüklemi değiştirince tahsisin yönü de değişmektedir. Bergamalı tahsisin anlamını kelle-i uşşāḳ helikdür hemān ol binānuñ helikidür cümlesiyle açıklar. Bu ifade günümüz Türkçesine “Âşıkların başları ancak o binanın helik taşlarıdır” şeklinde çevrilebilir. Yani âşıkların başları ancak/yalnızca o binanın heliğidir, başka bir binanın değil. Fakat şair birden fazla binayı veya birden fazla âşığı birbiriyle karşılaştırmadığından âşıkların başlarını başka bir binaya değil de yalnızca o binaya tahsis etmesi bir anlam ifade etmemektedir.

Yüklem ve özneye müdahale edilmeden cümlede tahsis anlamı aranacak olursa binadaki tüm heliklerin ancak/yalnızca âşıkların başları olduğu anlaşılır. Aşk mimarı öyle bir bina yapmıştır ki bu binadaki helik taşları yalnızca âşıkların başlarıdır. Helik taşı olarak başka bir şey kullanılmamıştır. Dolayısıyla burada bildirme ekinin helike değil de kelle-i uşşâka iliştirilmesi cümledeki tahsisin yönünü değiştirmek için yapılan bir yüklem değişikliğidir. Ayrıca bildirme eki hangi unsura geliyorsa yüklem odur. Bildirme ekinin vezin gereği yüklem olmayan bir kelimeye gelmesi zorlama bir yorumdur. Tahlilde yüklem helik değil, bildirme eki alan kelle-i uşşâk olarak gösterilecektir.

Bergamalı, beyitteki tahsis anlamının sıfatın mevsufun (nitelenen isim) önüne geçirilerek sağlandığını söylemekle beraber sıfat ve mevsuftan ne kastettiğini açıklamamıştır. Bir cümlede özne mevsuf olarak, yüklem onun sıfatı olarak kabul edilebilir. Fakat Bergamalı heliki yüklem kabul ettiğinden sıfat mevsufun önünde olmuş olmaz. Eğer bildirme eki alan kelle-i uşşâkı yüklem kabul etseydi o zaman sıfat mevsufun önüne geçmiş olurdu. Sonuç olarak Bergamalı’nın ifadesi muğlak kalmaktadır.

Müellifin açıklamalarından bağımsız olarak bu mısrada tahsis anlamını destekleyen üslup üzerine düşünülebilir. Ol binâya kelle-i uşşâkdur helik cümlesi “Ol binanın helikleri kelle-i uşşâkdur”a irca edilebilir. Cümle bu hâliyle söyleyenin kastına göre tahsis anlamı ifade edebilir de etmeyebilir de… Fakat şair bu cümle üzerinde tahsis anlamını pekiştiren bazı tasarruflarda bulunmuştur. Bunlardan biri helik kelimesini çokluk değil teklik biçimiyle kullanmasıdır. Sonuçta bir binada bir tane helik olmaz. Kelime çokluk hâlde kullanılsaydı “heliklerden bazıları”, “heliklerden bir çoğu” veya “heliklerin hepsi” şeklinde anlaşılabilirdi. Fakat birden çok olması gereken helikler için teklik biçiminde helik kullanılması “tür” anlamını ifade etmekte, bu da okuyucunun buradan tüm helikleri anlamasını sağlamaktadır. Şairin diğer bir tasarrufu iyelik öbeğini bozup bir kısaltma öbeği oluşturması, “binanın heliği” yerine binaya helik demesidir. İyelik öbeğinde tamlayan tamlananı güçlü bir biçimde belirlemekte, tahsis etmektedir. Yani helik “binaya ait olmak”la tahsis edilmekte, sınırlanmakta, tanımlanmaktadır. İyelik öbeğinin bozulmasıyla helik daha az belirli bir hâle gelip kendini tahsis eden bir hükme ihtiyaç duymaktadır. “Âşıkların kelleleri” olarak tanımlanması bu ihtiyaca cevap verir. Şairin üçüncü tasarrufu da özneyi yüklemin sonrasına atmasıdır. Bu üç tasarrufla şiirde tahsis anlamının kastedildiği pekiştirilmektedir.

Bergamalı kelle kelimesinin çokluk hâldeki uşşâk ile tamlama yapılmasının istiğrak[21] için olduğunu söyler. Yani kastedilen bütün âşıkların başlarıdır. Tamlamadaki istiğrak anlamının kelle kelimesinin teklik hâlde olmasıyla desteklendiği söylenebilir. “âşıkların kelleleri” denmesi gerekirken “âşıkların kellesi” denmesi helikte olduğu gibi kelimeye “tür” anlamı yüklemektedir. Bergamalı’ya göre şair böylelikle aşk hadisesinin büyüklüğüne işaret etmek istemiştir. Aşk, bütün âşıklar bir araya gelse bile üstesinden gelemeyecekleri büyüklükte bir hadisedir.

Bergamalı cümledeki binaya kelimesinin “bina için” anlamına geldiğini belirtir. Bu durumda binaya ifadesi kelle yüklemine bağlı bir zarf olmaktadır. Tahlilde bu şekilde gösterilecektir.

Bergamalı’nın ol bina gibi işaret öbeklerini tahlili yukarıda tartışılmıştı (bk. “İşaret öbekleri”). Tahlilde günümüz yaklaşımına uygun olarak o işaret sıfatı, bina isim olarak gösterilecektir.

Bergamalı ikinci mısrayı teşkil eden yan cümlenin fiil anlamı gerektirdiğini söyleyerek cümleyi kelle-i uşşak helik olucıdır şeklinde takdir eder. Hâlbuki burada, bildirme eki {-DIr} mevcut olduğundan böyle bir takdire ihtiyaç yoktur. {-DIr} eki “dur-” fiilinin {-Ir} ekiyle çekiminin kalıplaşmasıyla oluştuğundan Bergamalı’nın söz ettiği fiil anlamını barındırmaktadır.

Tahlil

Beyit biri esas, diğeri yan iki cümleden oluşmaktadır. Esas cümlenin birleşik fiil olan yükleminin fiili saldı, ismi tarhtır. Özne ışktır; bennâ ile Farsça belirsiz tamlama oluşturmuştur. Kim, bağlama edatı olup bünyâd kelimesine, yüklemi kelle olan yan cümleyi bağlamaktadır. Yüklem uşşâk ile birlikte Farsça tamlama oluşturmuştur. Yan cümlenin öznesi heliktir. Binâya zarf, ol zarfın sıfatıdır.

Tahlil Şeması

Dil İçi Çeviri

Aşk mimarı, helik taşları âşıkların kelleleri olan ulu bir binanın temelini attı.

Üçüncü Beyit

Öpmek dilerken ol mehi ᾱheng devr idüb

Bergamalı, devr idüb ifadesinin birleşik, anlamının “döndürmek zamanında” olduğunu belirtir. Yukarıda yapılan kavramsallaştırmaya göre devr, idüb yardımcı fiilinin ismidir (bk. “Birleşik fiiller”). olarak andığı {-(y)Up} eki devr idüb yan cümlesini şehnâza başladı cümlesinin zarfı yapmıştır.

Öpmek diler ifadesini Bergamalı birleşik bir yapı saymış, fiilin şimdiki zaman[22] ile çekimlendiğini belirtmiştir. Şimdiki zaman ile bugün geniş zaman olarak adlandırılan {-r} eki kastedilmektedir. Türkiye Türkçesinde {-Iyor} eki yaygınlaşmadan önce şimdiki zaman, {-r} ekiyle ifade ediliyordu (Bergamalı, 1946, s. 17). Bergamalı’nın öpmek diler ifadesini birleşik saymasından öpmek mastarını nesne kabul etmediği anlaşılmaktadır. Dilemek kelimesinin öpmek ile birleşen yardımcı bir fiil gibi kabul edilmesi günümüz gramer anlayışından farklı olmakla beraber bunun tartışılması makalenin sınırlarını aşmaktadır. Bergamalı’nın bu yaklaşımı; öpmek, yardımcı fiilin ismi olarak gösterilmek suretiyle tahlilde yansıtılacaktır.

Bergamalı’ya göre öpmek dilerken yan cümlesinin bağlı olduğu cümle ya âheng devr idüb yan cümlesi yahut şehnâza başladı temel cümlesidir. Bu seçenekler hakkında daha fazla bir şey demese de her iki durumun ne anlama gelebileceği yorumlanabilir. Birinci durumda şairin öpme dileğiyle ahengin devretmesi eş zamanlı olup şehnaza başlaması sonradan gerçekleşir. İkinci durumda ise şairin öpme dileği sürerken ahenk devredip şehnaza başlamıştır.

Bergamalı {-ken} ekini zarf anlamı ifade eden bir harf (zarf tümleci yapan bir ek) olarak tanımlamış, şimdiki zamanı mastara çevirdiğini belirtmiştir. Diğer bir deyişle {-ken}, diler fiilini isimleştirmiş, bugünkü ifadeyle zarf-fiil yapmıştır. Bergamalı cümleyi “öpmek dilemek içinde” şeklinde açıklamıştır.

Ol kelimesinin işaret ismi ve nesne olarak tespit edilmesine yukarıda açıklanan gerekçelerden dolayı itibar edilmeyecektir (bk. “İşaret öbekleri”). Dolayısıyla tahlilde öpmek dilerin nesnesinin mehi kelimesi olduğu, olun ise mehin sıfatı olduğu gösterilecektir.

Şehnᾱza başladı ṣoñını ḳıldı buselik

Başladı birinci mısranın da bağlandığı temel cümlenin yüklemidir; etken geçmiş zamanla[23] çekimlendiği tespit edilmiştir. Fail, üçüncü teklik şahıs, özne birinci mısradaki âheng kelimesidir. Şehnâza kelimesi “dolaylı nesne”- dir (mef’ûlün-bih gayr-ı sarîh).

Sonını kelimesinin sonundaki iyelik zamiri[24] şehnaz kelimesine dönmektedir[25] ve kıldı yükleminin nesnesidir: “Şehnazın sonunu buselik kıldı”. Kıldı yükleminin faili üçüncü tekil şahıs, öznesi ahengdir: “Ahenk, şehnazın sonunu buselik kıldı.”

Bergamalı buselik kıldı ifadesinde buseliki ikinci nesne olarak tespit etmiştir. Yukarıdaki açıklamaya binaen tahlilde buselik, kıldı yardımcı fiilinin ismi olarak gösterilecektir (bk. “Birleşik fiiller”).

Tahlil

Beyit üç yan, iki esas cümleden oluşmaktadır. Birinci cümlenin yüklemi başladı, öznesi âheng olup şehnaza yükleme bağlı “dolaylı nesne”dir. Yükleme bağlı zarf olan idüb, devr kelimesiyle birleşik fiil teşkil etmektedir; öznesi temel cümlenin öznesiyle ortak olup âhengdir. Dilerken zarfının hangi cümlenin unsuru olduğu hususunda Bergamalı iki farklı görüş ileri sürmüştür. Birinciye göre yüklemi devr idüb olan yan cümlenin zarfı, ikinci görüşe göre yüklemi başladı olan temel cümlenin zarfıdır. Yan cümlenin yüklemi olan dilerken zarf-fiilinin ismi öpmek mastarıdır. Diğer yardımcı cümlenin yüklemi olan öpmekin nesnesi mehi kelimesi, mehin sıfatı ise oldur.

Tahlil Şeması

Dil İçi Çeviri

[Sazende] o ayı öpmek dilerken eşlikçi devredip şehnaza başladı; [şehnazın] sonunu [da] buselik yaptı.[26]

Dördüncü Beyit

Tᾱb-ı ruḫında eyledi dil zülfini mekᾱn

Eyledi, yüklemdir. Dilin fail olduğu belirtilmiş, ayrıca bir müpteda tespit edilmemiştir. Bergamalı’nın bu yaklaşımının Türkçe cümle yapısına uygun olmadığı yukarıda ifade edilmişti (bk. “Müpteda, fail ve haber”). Bu sebeple tahlilde dil özne olarak gösterilecektir. Buradaki cümle türü diğerlerinden farklı olmadığı için fail de üçüncü tekil şahıstır.

Eyledi yüklemi için iki tümleç tespit edilmiştir: zülf, mekân. Bunlardan mekân yukarıdaki tartışmaya binaen tahlilde yardımcı fiilin ismi olarak gösterilecektir (bk. “Birleşik fiiller”). Zülfi kelimesi üçüncü şahısla[27] bir tamlama teşkil etmektedir.

Bergamalı, tâb-ı ruhında ifadesini vasf-ı terkîbi[28] (birleşik sıfat) olarak nitelemiş ve ifadenin aslını ruh-ı tâb-nâkinde olarak tespit etmiştir.[29] Bu yorumunu, nahivdeki sıfatın mevsufuna izafeti konusuna dayandırmaktadır.[30] Bergamalı’ya göre söz konusu tamlamada sıfat, nitelediği kelimenin tamlananı yapılmıştır. Doğrudan çevirisi “yanağının parlaklığında” olması gereken tâb-ı ruhında ifadesinin anlamı bu yoruma göre “parlak yanağında” şeklinde olup vazifesi zülfini kelimesini nitelemektir. Bergamalı’nın ibarenin bu anlamına göre mısraya verdiği anlam şöyledir: şuʿlelü yüzinüñ üzre ki zülfi döşenmişdür ol zülfi göñül mekān eyledi, idindi. Günümüz Türkçesiyle ifade edilecek olursa “Gönül, parıltılı yüzünün üzerine salınan zülfünü yer edindi.” İbare sadeleştirilecek olursa “tâb-ı ruhundaki zülf” şeklinde ifade edilebilir. Böylece “tâb-ı ruhunda” ifadesinin “zülfini” kelimesinin sıfatı olması belirginleşir. Bergamalı ruh-i tâb-nâkin tâb-ı ruh hâline getirilmesinin amacını sözü kısaltma olarak açıklamaktadır. Türkçede isimden sıfat yapan {-lI} ekiyle aynı vazifeyi gören Farsça {-nâk} eki Bergamalı’ya göre sözü kısaltmak için atılmıştır. Bu ek atılınca tamlamadaki unsurlar ters çevrilmiş, anlamı sıfat tamlaması olan bir isim tamlaması elde edilmiştir. Bu biçim değişikliğinin kısaltma amacına bağlanması çok tekrar eden bir ifadenin zamanla kısaltılması olarak anlaşılabilir. Nitekim eski şiirde parlaklık, yanağın müptezelleşmiş bir niteliğidir.

Bergamalı tâb-ı ruha dair yukarıda açıklanan yorumunu tek seçenek olarak sunmamıştır. Beytin muhassal manasışuʿlelü yüzinüñ üzre ki zülfi döşenmişdür ol zülfi göñül mekān eyledi, idindi şeklinde açıkladıktan sonra diğer bir seçenek olarak yüzinüñ şuʿlesi ve ḥarāreti zamānında dil zülfini kendüye mekān idindi ifadesini vermiştir. Bu ikinci ifadede tâb-ı ruh, yüzünün şulesi ve harareti olarak tercüme edilmiştir. Bu ise ilk ve tercih ettiği görüşün aksine tâb-ı ruhı bir sıfat tamlaması olarak değil isim tamlaması olarak aldığını göstermektedir. Yine {-DA} ekinin zarf anlamı ifade eden bir edat (harf) olduğunu söylemesi de bu ikinci yoruma uygundur. Her iki görüş aşağıda iki ayrı şemada gösterilecek ve beyitlerin dil içi çevirisi her iki görüşe göre ayrı ayrı yapılacaktır. Birinci görüşe göre tâb-ı ruhında, zülfün sıfatı; ikinci görüşe göre eyledi yüklemine bağlı zarftır.

Bergamalı tâb-ı ruhında ifadesini zülfün sıfatı kabul edince tamlamayı sıfata dönüştürecek bir fiil takdir etme, gizlenmiş bir cümle unsuru varsayma, gereği duymuştur. Aslında “tâb-ı ruhunda olan” şeklinde daha sade söylenebilecek varsayımı, Bergamalı zülfini tâb-ı ruhunda olucudur şeklinde ifade etmiştir. Bu ifadede “ki”yi atlamış olmalıdır. Nitekim daha önce aynı parçayı şuʿlelü yüzinüñ üzre ki zülfi döşenmişdür şeklinde “ki”li olarak tercüme etmiştir.

Gün germ olınca kendüye idindi gölgelik

Germ olınca yan cümlesinin müfret yerine geçen birleşik (mürekkep) bir yapı olduğu belirtilmiştir. Müfret yerine geçmesiyle kastedilen tek bir kelime gibi bir cümle unsuru olabilmesidir. Burada yan cümle temel cümlenin zarfı[31] olduğu için müfret yerine geçmiştir. Yan cümlenin gelecek (müstakbel) zaman olduğu ifade edilmektedir. Zarf-fiil eki olan {-(y)IncA}’nın gelecek zaman ifade etmesinin ne anlama geldiği, ancak takip eden açıklamalar incelenerek yorumlanabilir. Yan cümlenin anlamının gün germ olmaḳ zamānına varınca kendüye gölgelik itdi, germ olıcaḳ kendüye gölgelik itmedi olmadığı vurgulanmaktadır. Yani gönlün sevdiğinin zülfünü gölgelik edinmesi güneşin hararetlenmesine kadar devam edip, hararetlenmesiyle son bulmuş değildir. Bu açıklamalara bakılırsa yan cümlenin gelecek zaman olmasıyla kastedilen; yan cümlenin yükleminin temel cümlenin yükleminin zamanından önce tamamlanıp bitmiş olmamasıdır. Eski Türkiye Türkçesinde {-(y)IncA} ekinin “-e kadar” anlamıyla da kullanıldığı bilinmektedir (Timurtaş, 2012, para. 360). Nitekim Bergamalı (1946, s. 82-83, 2002, s. 53) da gramerinde bu ekin dek ve değin edatları gibi “sona erme” anlamına geldiğini belirtmektedir. Burada kastettiği ise ekin bu mısrada “-e kadar”, “dek” veya “değin” anlamına gelmediğidir.

Kendüye, idindi yükleminin “dolaylı nesne”sidir (mef’ûlün-bih gayr-i sarîh).

İdindi yükleminin faili üçüncü tekil şahıs, öznesi birinci mısradaki dildir.

Yüklemin ilk tümleci zülf olarak tespit edilmiştir. Bu durumda cümlenin aslı şu şekilde varsayılır: “Dil, gün germ olunca zülfünü kendine gölgelik edindi”. Belirtili nesne olan “zülf” gizlenmiştir.

Gölgelikin ikinci tümleç olduğu söylenmiştir. Yukarıda izah edildiği üzere tahlilde yardımcı fiilin ismi olarak adlandırılacaktır (bk. “Birleşik fiiller”).

Tahlil

Beyit iki temel ve bir yan cümleden oluşmaktadır. Birinci cümlenin öznesi dil, birleşik fiil olan yükleminin fiil kısm eyledi, isim kısmı mekân, belirtili nesne ise zülfinidir. Tâb-ı ruhında ifadesinin vazifesi hakkında iki görüş belirtilmiştir. Birinci görüşe göre zülfün sıfatı, ikinci görüşe göre yükleme bağlı bir zarftır. İkinci cümlenin faili gizli üçüncü tekil şahıs olup birinci cümledeki zülfün zamiridir. Birleşik fiil olan yüklemin fiil kısmı idindi, isim kısmı gölgeliktir. Kendüye, “dolaylı nesne”, olınca zarf tümlecidir. Olınca zarfı yan cümlenin birleşik fiil olan yükleminin fiil kısmıdır. Yüklemin isim kısmı germ, öznesi gündür.

Tahlil Şeması

Dil İçi Çeviri

Gönül parlak yanağın üzerindeki saçını mekân tuttu; [sanki] gün kızışınca kendine gölgelik edindi.

Gönül yanağının parlaklığında saçını mekân tuttu; [sanki] gün kızışınca kendine gölgelik edindi.

Beşinci Beyit

Ḳutlu ḳapu açld Ḫayᾱlī’nüñ üstine

Yüklem açıldıdır. Fiilin sözde fail (kayim-makam-ı fail) ile beraber yüklemi oluşturduğu belirtilmiştir. Fiilin özne dışında bir cümle olduğuna dayanan bu tespit yukarıda açıklandığı üzere tahlilde dikkate alınmayacaktır (bk. “Müpteda, fail ve haber”). Fail yerine kayim-makam-ı fail denmesinin sebebi yüklemin edilgen olmasıdır. Fail terimi çevrilmediğinden kayim-makam-ı fail “sözde fail” olarak tercüme edilmiştir. Kapı özne, kutlu öznenin sıfatıdır.

Bergamalı kelimelerin anlamını verirken üst kelimesini cins isim olarak tespit etmiştir. Fakat cümle tahlili yaparken, şerh ettiği beyit bağlamında üstün isim olmadığını yukarı yön (isti’lâ) bildiren bir edat (harf) olduğunu, dolayısıyla Hayâlî’nin üstine öbeğinin isim tamlaması olamayacağını belirtir. Bergamalı’ya göre üstine kelimesinin sonundaki üçüncü tekil şahıs iyelik eki[32] tamlayan eki olmayıp üst edatını diğer cümle unsurlarına bağlama vazifesi görmektedir.[33] Günümüz gramer terimleriyle ifade edilecek olursa Hayâlî’nin üstine ifadesi isim tamlaması değil bir edat öbeğidir. Bununla beraber üst ve Hayâlînin ikisinin de “dolaylı nesne” (mef’ûlün-bih gayr-ı sarîh) olduğu ifade edilmiştir. Hâlbuki üst edat kabul edilecekse nesne olmamalıdır. Tahlilde üstine edat olarak, Hayâlî’nin edat ismi olarak gösterilecektir. Bu tarz öbeklerin isim tamlaması veya edat öbeği olup olmadığı günümüz gramerciliğinde de tartışılmıştır (bk. Korkmaz, 2003, para. 842). Bergamalı’nın kendi içinde çelişen tahlili de konunun tartışılmaya müsait olduğunu göstermektedir.

Alçaḳ göñüllü olalıdan nite kim eşik

Bergamalı, alçak gönüllü öbeğini “birleşik sıfat” (vasf-ı terkîbî) olarak nitelemiştir. “Birleşik sıfat” ile sıfat vazifesi gören öbeği kastetmektedir. Alçak gönüllü ifadesi alçak gönüllü kimse şeklindeki bir sıfat tamlamasının isim unsuru düşürülerek meydana getirilmiştir. Bu tamlamada sıfat olan alçak gönüllü bir kelime öbeği olduğu için “birleşik sıfat” olarak adlandırılmıştır. Bergamalı, olalının isim ve haberinden bahsetmektedir. Bu terimler Bergamalı’nın birleşik fiillere dair yukarıda açıklanan yaklaşımlarından birine işaret etmektedir (bk. “Birleşik fiiller”). Yukarıdaki açıklamaya binaen tahlilde gönüllü kelimesi ol- yardımcı fiilinin ismi olarak gösterilecektir. Alçak ise gönüllünün sıfatıdır. Alçak gönüllü olalının tamamı açıldı yüklemine bağlıdır diyen Bergamalı bunun bir zarf olduğuna değinmemiştir.

Nitekimi açıklarken matla beytinde söylediklerini tekrar etmektedir. Bu açıklamaların isabetsizliği birinci beytin ikinci mısrasında dile getirildiği için burada tekrar tartışılmayacaktır. Nite zarf; kim, olalıdan zarf-fiilinin yüklem olduğu yan cümleye, öznesi eşik olan yan cümleyi bağlayan edattır.. Bu ikinci yan cümlenin yüklemi Bergamalı’nın takdiriyle “alçak”tır. Yani cümle “nitekim eşik alçaktır” şeklinde varsayılmaktadır.

Bergamalı olalıdan yan cümlesinin sebep (illet) bildirdiğini ifade etmiştir. {-(y)AlI} zarf-fiil ekinin Türkiye Türkçesinde yüklemin başlama zamanını ifade ettiği bilinmektedir (Deny, 1941, para. 1409). Beyitteki gibi kullanışlarda ise kinayeli bir şekilde sebep ifade edebilir. Bergamalı’nın kasdettiği bu olmalıdır.

Tahlil

Beyit bir temel cümle ve iki yan cümleden oluşmaktadır. Temel cümlenin yüklemi açıldı, öznesi kapı, öznenin sıfatı kutlu, “dolaylı nesne”si Hayâlî’nin üstinedir. Temel cümlenin zarfı olan olalıdan, yardımcı cümlenin yüklemidir. Gönüllü, birleşik fiil olan yüklemin isim unsuru, alçak ise bunun sıfatıdır. Nitekim, yan cümleye diğer bir yan cümleyi bağlayan bağlama edatıdır. Bu ikinci yan cümlenin yüklemi, bağlamdan çıkarılabileceği için gizlenen “alçaktır” kelimesi, öznesi ise eşiktir.

Tahlil Şeması

Dil İçi Çeviri

Eşiğin (alçak olması) gibi alçak gönüllü olduğundan Hayalî’nin üstüne kutlu kapı açıldı.

Sonuç

Makalede Bergamalı Kadri’nin Hayalî Bey gazeline yaptığı şerh açıklanıp tartışıldı; günümüz gramer modeliyle Bergamalı’nın yaklaşımı telif edilerek beyit tahlilleri için bir yöntem ortaya kondu. Bu yöntemin görselleştirilmesi için bağlılık ağacından yararlanıldı. Kısaca ifade edilen bu işlemlerin hem dil bilgisi hem de edebiyat incelemesi sahalarıyla ilişkilendirilebilecek birtakım sonuçları olmuştur.

Bergamalı’nın Türkçe dil bilgisine dair günümüz gramerciliğinden farklı tespitleri olduğu malumdur. Bu farklılıklardan bazıları Türkçeyle ilgili eksik ve yanlış bilgilerden, bazıları ise inceleme modelindeki farklılıklardan kaynaklanmaktadır. Bazıları ise bu makalenin sınırlarını aşan tartışma ve incelemelere muhtaçtır. Yanlış ve eksik bilgiden kaynaklanan tespitler tartışılıp açıklanmış; fakat tahlillerde ve tahlil şemalarında gösterilmemiştir. Model farkından kaynaklanan tespitler ve tartışmalı hususlar günümüz gramer anlayışıyla telif edilebiliyorsa edilmiş, edilemiyorsa tahlilde göz ardı edilmiştir.

Bergamalı, beyitlerin söz dizimini tahlil ederken yer yer şairin söz dizimindeki tasarruflarıyla ortaya çıkan anlam inceliklerini de ifade etmiştir. Bu da cümle tahlilinin yalnızca şiirdeki kelimelerin vazifelerini tespitle sınırlı kalmadığını şiirin yorumlanmasına bir basamak teşkil ettiğini göstermektedir. Söz diziminin anlamla ilgisi belagat ilimlerinden meaninin konusudur. Bergamalı’nın beyitlerin cümle yapısını tahlil ederken meani ilminin sahasına girmesi geleneksel şiir şerhinde cümle tahlilinin yerine işaret etmektedir. Kelime öbeklerinin türü, unsurlarının yapısı, cümlenin diğer unsurlarıyla ilgisi, cümle unsurlarının sıralanışı gibi gramatik hususların şiir yorumuyla ilişkilendirilmesi meani ilminin birikimiyle mümkün olmaktadır. Buna ilaveten Bergamalı’nın şerhi, dil içi çeviride ortaya çıkmayan kimi nüansların cümle tahlili ile ortaya çıktığını da örneklemektedir.

Hasılı Bergamalı’nın türünde yegâne olan şerhi divan şiirinin anlaşılıp yorumlanmasında cümle tahlilinin önemini vurgulamaktadır. Bu makalede XVI. yüzyıla ait bu yaklaşımının günümüz yöntemleriyle telif edilebileceği, açıklamalar ve bağlılık ağacıyla gösterilmiştir. Elbette bu yaklaşımın kapsamlı bir yöntem hâline gelebilmesi için üzerinde çalışılması gerekecektir. Bu makale yalnızca gerekçelendirme, temellendirme ve yüz yıllar öncesine dayanan ilk örneği anlaşılır kılma iddiasını taşımaktadır.

Kısaltmalar

AB - Eski Uygurca Altun Yaruk Sudur’dan “Aç Bars” Hikâyesi.

DLT - Dîvânu Lugâti’t-Türk.

HaTouTou - Manuscrits Ouigours du IXe-Xe Siècle de Touen-Houang.

KB - Kutadgu Bilig.

KP - İyi ve Kötü Prens Öyküsü.

KTLG-F - Karşılaştırmalı Türk Lehçeleri Grameri.

Maitr - Maitrisimit Nom Bitig.

Kaynakça

Andrews, W. G. (2012). Konuşma tarzı: Şiirsel sözdizim (T. Güney, Çev.). Şiirin sesi toplumun şarkısı içinde (7. bs, s. 33-51). İletişim.

Atalay, B. (1946). Bergamalı Kadri: Müyessiret-ül-ulûm (Tıpkıbasım, çevriyazılı metin ve dizin). Türk Dil Kurumu.

Bergamalı Kadri. (1568). Müyessiretüʾl-ʿulūm (Ms. Or. Oct. 2056). Berlin Devlet Kütüphanesi, Berlin, Almanya.

Bergamalı Kadri. (1946). Müyessiret-ül-ulûm (Tıpkıbasım, çevriyazılı metin ve dizin) (B. Atalay, Haz.). Türk Dil Kurumu.

Bergamalı Kadri. (2002). Müyessiretü’l-ulûm: Giriş-metin-sözlük-terimler dizini-tıpkıbasım (E. Karabacak, Haz.). Türk Dil Kurumu.

Bilgegil, M. K. (1980). Edebiyat bilgi ve teorileri 1: Belagat. Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi.

Bursalı Mehmed Tahir. (1330). Müyessiretüʾl-ʿulūm. Bilgi Mecmuası, 1(6), 658- 660.

Deny, J. (1941). Türk dili grameri (Osmanlı lehçesi) (A. U. Elöve, Çev.). Maarif Vekaleti.

Dilçin, C. (2011). Divan şiirini günümüzün Türkçesine aktarma ve dil içi çeviri. Divan şiiri ve şairleri üzerine incelemeler içinde (1. bs, s. 225-247). Kabalcı.

Doğan Averbek, G. (2021). The manuscripts Oskar Rescher sold to the Berlin State Library between 1913-1936. İslam Tetkikleri Dergisi, 11(2), 477-568.

el-Dahdah, A. (1988). Muʿcemu muṣṭalaḥātiʾl-iʿrāb veʾl-bināʾ fī ḳavāʿidiʾl-ʿārabiyyetiʾl-ʿālemiyye (ʿArabī-İnglīzī) (İnglīzī-ʿArabī). Maktabat Lubnan.

el-Lebdî, M. S. N. (1985). Muʿcemüʾl-muṣṭalaḥātiʾn-naḥviyye veʾṣ-ṣarfiyye. Muassasah al-Risalah & Dar al-Furqan.

Eryiğit, G., Adalı, E. ve Oflazer, K. (2006). Türkçe cümlelerin kural tabanlı bağlılık analizi. 15. Türk Yapay Zekâ ve Yapay Sinir Ağları Sempozyumu içinde (s. 17-24). Muğla.

Götz, M. (Ed.). (1979). Türkische Handschriften (C 4). Steiner.

Holbrook, V. R. (1998). Aşkın okunmaz kıyıları: Türk modernitesi ve mistik romans (E. Köroğlu ve E. Kılıç, Çev.). İletişim.

Kaçar, M. (2018). Hayâlî Bey’in Müyessiretü’l-ulûm’da şerh edilen gazeli. Hikmet-Akademik Edebiyat Dergisi, 4(Prof. Dr. Ali Nihad Tarlan, Özel Sayısı), 172-186.

Kaçar, M. (2019). Müyessiretü’l-ulûm’un kayıp nüshaları. Türk Dili Araştırmaları Yıllığı – Belleten, 66(2), 247-264.

Karabacak, E. (1997). Bergamalı Kadri’nin Müyessiretü’l-ulûm’u ile Ahmed Cevdet Paşa’nın dil bilgisi kitaplarındaki terimler üzerine bir inceleme I. Türklük Araştırmaları Dergisi, 8, 253-283.

Kâzım Nâmi [Duru]. (1328). Türkce ṣarfıñ mūcidi. Türk Yurdu, 24, 748-754.

Korkmaz, Z. (1992). Gramer terimleri sözlüğü. Türk Dil Kurumu.

Korkmaz, Z. (2003). Türkiye Türkçesi grameri (Şekil bilgisi). Türk Dil Kurumu.

Leeds Üniversitesi Dil Araştırmaları Grubu (t.y.). The Quranic Arabic corpus— Word by word grammar, syntax and morphology of the Holy Quran. https:// corpus.quran.com/

Mehmed Fuad [Köprülü]. (1933, Mart 27). On altıncı asırda yazılmış Türkçe Türk grameri. Cumhuriyet, 5.

Mehmed Zihni. (1328). El-ḳavluʾl-ceyyid ḟ ̄ şerḥi ebyātiʾt-telḫ̇ ̄ ṣ ve-şerḥayhi ve-ḥāşiyetiʾs-Seyyid. Matbaa-i Âmire.

Mehmed Zihni. (2000). el-Muḳteḍab: Naḥv ḳısmı. El-Muntehab ve’l-muktedab fî kavâidi’s-sarf ve’n-nahv içinde. Marifet.

Özyıldırım, A. E. (2002). Nedim’in meşhur beytine Vakanüvis Esad Efendi’nin şerhi. Türkoloji Dergisi, 15(1), 139-143.

Şahinoğlu, N. (1997). Farsça grameri: Sarf ve nahiv. Kitabevi.

Timurtaş, F. K. (2009). Osmanlı Türkçesi grameri III: Eski yazı ve imlâ, Arapça, Farsça, eski Anadolu Türkçesi. Alfa.

Timurtaş, F. K. (2012). Eski Türkiye Türkçesi: XV. yüzyıl (Gramer-metin-sözlük). Kapı.

Türk Dil Kurumu. (t.y.). Helik. Güncel Türkçe sözlük içinde. 14 Temmuz 2023 tarihinde https://sozluk.gov.tr/ adresinden edinilmiştir.

Uzun, T. (1997). Arapça sarf-nahiv terimleri sözlüğü. Damla.

Etik Komite Onayı

Araştırmada etik kurul iznine gerek yoktur.

Çıkar Çatışması

Yazar, çıkar çatışması olmadığını beyan eder.

Finansman

Araştırma için herhangi bir mali destek alınmadı.

Kaynaklar

  1. Böyle bir çalışma için bk. Andrews (2012).
  2. Müyessiretü’l-Ulûm’un Atalay ve Karabacak tarafından yayımlanan tek nüshasının aslı 1925 yılında Osman Reşer tarafından Almanya’daki Berlin Devlet Kütüphanesine satılmıştır (Doğan Averbek, 2021; Kaçar, 2019). Eser, Almanya’da bulunan doğu el yazmaları arasında kataloglanmıştır (Götz, 1979, no. 461). Katalogda belirtildiğine göre yazma 92 varaktan oluşmakta, eser 1b’de başlayıp 92a’da bitmektedir. İlk varağın b yüzü yazmanın üzerinde Arap harfleriyle 1. sayfa olarak, Atalay ve Karabacak neşirlerinde 3. sayfa olarak numaralanmış; 92a, Atalay neşrinin 182., Karabacak neşrinin 184. sayfası olmuştur. Atalay neşrindeki farklılık 8a’nın 16 olarak numaralandırıldıktan sonra 8b’ye 17 numarasının verilmesi gerekirken 15 numarasının verilip buradan devam edilmesinden kaynaklanmıştır.
  3. “Geleneksel tahlil” ifadesiyle İslam dil ve belagat literatüründeki usul kastedilmektedir. Bu, eski Türk edebiyatı çalışmalarında söz edilen “geleneksel şerh metodu” ile tamamen aynı değildir. İkincisi Holbrook’un (1998, s. 29-30) ifadesiyle Osmanlı eleştiri geleneklerinin oryantalist filolojiyle söylemsel anlamda harmanlanmasıyla oluşmuştur.
  4. Arap dilcilik geleneğinin söz dizimi ile ilgilenen kısmına nahiv adı verilmektedir. Bununla beraber kendine mahsus yaklaşımlar ile beraber başlı başına bir dil inceleme modeli olduğu için makalede “söz dizimi” olarak tercüme edilmeyecektir.
  5. İʿrābuʾl-cumla: ‘cümle tahlili’ (el-Dahdah, 1988, s. 45)
  6. Fransız dil bilimci Tesnière’in çalışmasına dayanan modern bağlılık grameri teorisinde cümle yapısını sözcükler ve komşuları arasındaki ilişkiler oluşturur; her bir ilişki alt terimi bir üst terime bağlamaktadır. Bu yaklaşıma göre Türkçe bir cümlenin bağlılık ilişkilerini gösteren şekil aşağıdaki gibidir (Eryiğit vd., 2006):
  7. Nahvin Kur’an-ı Kerim metni üzerinde bağlılık ağaçlarıyla görselleştirildiği bir örnek için bk. Leeds Üniversitesi Dil Araştırmaları Grubu (t.y.).
  8. Haber: ‘yüklem’ (Karabacak, 1997, s. 265).
  9. Mef‘ûlün-bih: ‘düz tümleç’ (Karabacak, 1997, s. 274).
  10. Bir nahiv terimi olan takdir “Bir şeyi kastetme, varsaymadır. Çoğunlukla eksiltme olan yerlerde ve anlamın tamamlanması başka sözlerin varlığını gerektirdiği durumlarda kullanılır.” (el-Lebdî, 1985, s. 182)
  11. İzâfet-i beyâniyye: ‘belirtisiz isim tamlaması’ (Karabacak, 1997, s. 270).
  12. Mef’ûl: ‘tümleç’ (Korkmaz, 1992, s. 210).
  13. Zamîr-i mütekellim-i muttasıl: ‘1.şahısiyelik eki ve fiil çekimlerinde şahıs eki’(Karabacak, 1997, s. 282)
  14. İzâfet: ‘isim tamlaması’ (Karabacak, 1997, s. 270)
  15. Metnin yayınlarında ilgili yerin çeviri yazısı şöyle verilmiştir (Bergamalı, 1946, s. 102, 2002, s. 63; Kaçar, 2018, s. 179): “Ṣaldı fiʿl-i māżiyy-i maʿlūmdur fāʿil żaṁ ̄ri taḥtında müstetirdür rāciʿdür. Bennā-yı ʿışḳ ṭarḥ ṣaldınuñ mefʿūlün bihisidür.” Tıpkıbasıma bakıldığında عشقه بنای ِ راجعدر yazıldığı görülecektir (Bergamalı, 1568, s. 82a). Çeviri yazının doğrusu şöyle olmalıdır: “Ṣaldı fiʿl-i māżiyy-i maʿlūmdur. Fāʿil żaṁ ̄ri taḥtında müstetirdür, rāciʿdür bennā-yı ʿışḳa. Ṭarḥ, ṣaldınuñ mefʿūlün-bihisidür.”
  16. Fi’l-i mâziyy-i ma’lûm: ‘etken geçmiş zaman’ (Karabacak, 1997, s. 264).
  17. Râbıta: ‘bağlaç’ (Korkmaz, 1992, s. 211).
  18. Metinde “mıṣrāʿ-i evvelde bināya ṣıfat rābıṭası” şeklinde geçmektedir (Bergamalı, 1568, s. 83b, 1946, s. 104, 2002, s. 64; Kaçar, 2018, s. 180). Bununla beraber birinci mısrada bina değil bünyâd kelimesi yer alır. Bir istinsah hatası olmalıdır.
  19. Helik, taş duvarlarda büyük taşlar arasına konan küçük taşlardır (Türk Dil Kurumu, t.y.).
  20. Kasr veya hasr da denen tahsis, bir niteliğin nitelenen bir varlığa veya bir varlığın bir niteliğe mahsus kılınmasıdır. (Bilgegil, 1980, s. 97). Bergamalı terimi ifade etmek için hasr kelimesini kullanmıştır.
  21. İstiğrak, kelimenin delalet ettiği anlamın tüm fertlerini kapsamasıdır (Bilgegil, 1980, s. 79).
  22. Hâl: ‘şimdiki zaman’ (Karabacak, 1997, s. 265).
  23. Fi’l-i mâziyy-i ma’lûm: ‘etken geçmiş zaman’ (Karabacak, 1997, s. 264)
  24. Arap harfli imlada صوكنی şeklinde yazılan kelimedeki iyelik ekinden metinde nun zamiri diye söz edilmektedir.
  25. Müyessiretü’l-Ulûm’un yayınlarında “Ṣon, ḳıldınuň mefʿūlün bihisidür ki mefʿūl-i evvelidür nūn żamîrine mużāfdur. Öyle żamîri ki şehnāza rāciʿdür.” şeklinde yazılmıştır (Bergamalı, 1946, s. 107, 2002, s. 66; Kaçar, 2018, s. 182). Son cümleden beyitte “öyle” diye bir zamir olduğu anlaşılmaktadır. Hâlbuki şiir metninde böyle bir zamir yoktur. “Şehnaz kelimesine dönen zamir”le son kelimesinin sonundaki iyelik eki kastedilmektedir. “Öyle żamīri ki” olarak okunan ifadeyi “öyle żamīrī ki” şeklinde okuyup ‘öyle bir zamir ki’ diye anlamak gerekir. Böylece sonını kelimesindeki iyelik ekinin kastedildiği anlaşılır.
  26. Bergamalının açıklamalarından âhengin akompanyatör veya eşlikçi kelimelerinin karşılığı olduğu anlaşılmaktadır. Bu anlama sözlüklerde rastlanamadıysa da dil içi çeviride Bergamalı’nın tanımı esas alınmıştır.
  27. Arap harfli imlada زلفنی yazıldığı için nun zamiri olarak ifade edilmiştir.
  28. Farsça dil bilgisinde kendilerinde sıfat anlamı bulunmayan iki veya daha çok kelimenin bir araya gelmesinden oluşan ve sıfat olmaya uygun olan bileşiklere vasf-ı terkîbî denir (Şahinoğlu, 1997, para. 216).
  29. Metnin çeviri yazılarında beytin cümle tahliline başlandığı ilk cümle “Tāb-ı ruḫında vaṣf-ı terk̇ ̄ḃ ̄dür tāb-nāk-i ruḫında dimek māʿnāsına.” şeklinde yazılmıştır (Bergamalı, 1946, s. 110, 2002, s. 68; Kaçar, 2018, s. 183). Devam eden açıklamalardan da anlaşılacağı üzere müellif tâb-ı ruhında ifadesinin aslının ruh-i tâbnâk olduğunu düşünmektedir. Açıklamanın baş tarafındaki رخنده تابناك ibaresi bu tamlamanın Türkçe kurallara göre yapılmış hâli olmalı, tâb-nâk ruhında diye okunmalıdır.
  30. Sıfatın nitelenenle tamlama yapılıp yapılamayacağı nahivde tartışılan bir konudur (bk. Mehmed Zihni, 2000, s. 279).
  31. Mef’ûlün-fîh: ‘zaman zarfı’, ‘mekân zarfı’ (Bergamalı, 1946, s. 77; 2002, s. 49).
  32. Arap harfli imlada [اوستنه] ekin yalnızca “n” harfi yazıldığı için nun zamiri diye bahsedilmektedir.
  33. Bergamalı üstün Hayâlî’ye ve ol zamîre (nun, yani iyelik eki) mukterin olduğunu söyler. İsm-i faili “mukterin” olan “iktiran”, edatların diğer unsura ilişmesini ve ilgisini ifade etmek için kullanılır (el-Lebdî, 1985, s. 186).

Şekil ve Tablolar