Giriş
Birçok kaynaktan beslenen ve farklı unsurları belirli bir estetik anlayış içinde eriten divan şiirinin düşünce dünyası, yeni Platonculuk ile vahdetivücut felsefesi tarafından oluşmuştur. Yer yer iç içe giren bu iki yaklaşım, divan şiirinin düşünüş biçimini, varlık ve gerçeklik anlayışını belirlemiştir.
Divan şiiri, maddeden ve geçici olandan tamamen uzak, soyut hakikatler dünyası ile maddi gerçeklik arasındaki gerilimde oluşan fakat hedefi; hakikatler dünyasına yakın, maddeden olabildiğince soyutlanmış, geçici unsurlardan arındırılmış bir sanat eseri meydana getirmek olan bir estetik yaklaşıma sahiptir. Bu bakışıyla Platon’un sanat anlayışını hatırlatır. Sanat, Platon’a göre yansımanın yansıması olduğu için insanı “gerçek”ten uzaklaştırır. Varlıkların hakikati ideler âlemindedir ve onların maddi karşılıkları bir gölgedir. Sanat, bu gölgeyi taklit ederek varlıkların hakikatinden daha da uzaklaşılmasına sebep olur (Eflâtun, Devlet, 1962; Eflâtun, Phaidros, 1997).
Platon’un sanatı olumsuzlayan bu bakışına paralel olarak klasik dönem İslam şiiri, ideler âlemini anlatmak suretiyle hakikate yaklaşmaya çalışır. Eğer sanat, varlıkların mükemmel ve kalıcı aslını yansıtmanın bir yolunu bulursa kendisini meşrulaştırabilir ve anlamlı hâle getirebilir. Vahdetivücudun varlık ve tecelli nazariyesinin katkısıyla yüksek İslam şiiri kendini geçici ve maddi olandan soyutlamanın yolunu aramıştır. Divan şiiri, bahçede yetişen doğal gülü şiirinin malzemesi yapmamıştır. Divan şiirinin gülü, ancak muhayyile ve akılla kavranabilecek mükemmel ve ideal gülün iz düşümüdür.
Divan edebiyatında “… manzum eserlerin tamamına yakın bir çoğunluğu, esas itibarıyla güzelliği ve güzellik kavramının kaynağı kabul edilen ‘Hüsn-i Mutlak’ı (Mutlak Güzellik) terennüm eder.” (Şentürk, 2007, s. 361). Aşk, seveni mutlak güzelliğe ulaştıran bir tecrübedir. Çünkü sevenin sevilende gördüğü, mutlak güzelliğin yansımasından ibarettir. “Platon’da sevenin sevilene duyduğu aşk, sevenin sevilende gördüğü mutlak Güzelliğin yansımasıyla uyanan bir aşktır. O zaman ruh yeniden Formlar dünyasını anımsar ve bir yansıma hâlinde değil fakat doğrudan doğruya, yüz yüze Güzelliğin saf Formunu kendi içinde temaşa etmeye çalışır.” (Hadot, 2016, s. 56)
İnsanı aşkla tutuşturan, mutlak güzelin temaşasıdır. Aşk, sonlu insanı sonsuzla temasa geçirir. “Formlar dünyasında devinen tanrısal yaşamın temaşası bizi aşkla tutuşturur. … En küçük aşk kırıntısında dahi sonsuz olana, her türlü formu aşan şeye, yani mutlak İyi’ye dair bir duyumsama vardır.” (Hadot, 2016, s. 51). İdeal aşk; maddeden tamamen uzaklaşan, insanın maddi yönünün getirdiği duygu, tutku ve eksikliklerden arınan aşkın bir durumdur. Vedud isminin tecellisi gönüllerde sevgiyi doğurur. Annenin çocuğuna duyduğu, arkadaşların birbirlerine karşı hissettiği, âşıkların büyük bir tutkuyla sarsıcı acılara katlanmasını sağlayan sevginin kaynağı tektir. Aşk, varlıkları bir araya getiren ve varlığı bir arada tutan unsurdur, varlığın kaynağıdır (Fârâbî, 1997, s. 49). Varlığı birbirine çeken ve bağlayan aşk iken onu çözen ve birbirinden uzaklaştıran nefrettir (Pattabanoğlu, 2016; Kılıç ve Arslan, 2007). Bu bakımdan sevginin kaynağı tektir ve maddeye bağlanmayan ideal bir sevgi bulunmaktadır. Bu sevgi, şehvetten arınmış aşkın bir aşkta ifadesini bulur.
Aşkı uyandırmak üzere Güzelliğe katılan ama ne olduğunu bilmediğim o şey, o hareket, o dirimsellik Kayradır. Plotinosçu deneyim Yaşamı bir temaşa, bir mevcudiyet, somut bir saflık halinde duyumsuyordu. … Güzellik aracılığıyla kendini gösteren şey kayradır ve kayranın ardında beliren şey iyiliktir. Nitekim, Tinin ve Formlar dünyasının güzelliği için aşkla doluysak bunun nedeni Güzelliğin üzerinde parlayan ve onda kayrada bulunan İyinin ışığını görmemizdir. (Hadot, 2016, s. 52, 54)
İhvân-ı Safa’ya göre aşkın varlık amacı, insanı gaflet uykusundan ve cehalet mahmurluğundan uyandırmak, terbiye etmek, üst makamlara çıkarmak ve cisim rütbesinden ruhsal güzelliklere yüceltmektir. Aşk, böylece nefsin kendi cevherini tanımasında, değerini anlamasında, dünyanın güzelliklerini kavramasında ve ulaşacağı yerin iyiliğinde ona rehberlik eder (İhvân-ı Safâ, 2014, s. 228).
İbnü’l-Arabî, sevgi makamının dört lakabı olduğunu söyler. Bunlar; muhabbet, vüd, aşk ve hevâdır. Muhabbet makamında sevgi kalbe yerleşir ve arızi kirlerden arınır. Bu makamda muhabbet sahibinin sevdiği karşısında amacı ve iradesi yoktur. Vüd, Allah’ın niteliklerden biridir ve ona hastır. Aşk, muhabbetin aşırısıdır. Bu makamda aşk, bütün her şeyiyle seveni kuşatır. Heva ise iradenin sevilene yoğunlaşması ve ona bağlanmasıdır (Muhyiddin İbn Arabî, 2008, s. 173).
İbnü’l-Arabî’de sevgi önceliklidir. Daha sonradan bir vesile ile sevgiliye bağlanır. Kişi, kalbinde sevgiyi bulur fakat bu sevginin kim veya ne için olduğunu bilmez. Sevginin kime bağlanacağı ise çoğu zaman tesadüfe kalır (Muhyiddin İbn Arabî, 2008, s. 176).
İbnü’l-Arabî’nin aşkla ilgili yaklaşımı Plotinos’la büyük benzerlik gösterir. Arabî, âlemde esasen Allah’tan başka kimsenin sevilemeyeceğini söyleyerek bu dünyada sevgi duyulan her şeyin Allah sevgisini perdelediğini belirtir.
Âlemde Allah’tan başkası sevilmez. Öyleyse Allah, seven herkesin gözünde sevilenlerde zuhur edendir. Varlıkta seven vardır. Bütün âlem, seven ve sevilendir. Bütün bunlar Allah’a döner. … Sevgi de ancak Yaratana yönelebilir. Fakat Allah; Suad, Zeyneb, Hind, Leyla, dünya, para, makam gibi âlemde sevilen bütün şeylerle bu sevgiden perdelenmiştir. … Ârifler ise bir şiir veya lugaz veya övgü veya gazel duyduklarında, suretlerin perdesinin ardından (Allah’ı) görmüşlerdir (Muhyiddin İbn Arabî, 2008, s. 182).
Arabî’ye göre sevginin nedenlerinden biri güzelliktir ve güzellik Allah’a aittir. Diğeri iyiliktir ve Allah’tan başka iyilik yapan yoktur. Varlık, Allah’ın yansıması olduğu için varlıkta seven de sevilen de Allah’tır.
… sevginin nedeni güzellik iken güzellik Allah’a aittir. Güzellik, özü gereği sevilir. ‘Allah güzeldir ve güzeli sever.’ Öyleyse Allah, kendisini sever. Sevginin başka bir nedeni iyiliktir. Allah’tan gelmeyen iyilik olmadığı gibi O’ndan başka iyilik yapan da yoktur. İyiliği seversen Allah’ı seversin, çünkü iyilik yapan O’dur. Güzelliği seversen, yine O’nu seversin, çünkü güzellik O’dur. Her durumda sevginin konusu Allah’tır. Allah kendini bilmiş, âlemi bilmiş, âlem O’nun suretine göre ortaya çıkmıştır. Âlem Allah için bir ayna olarak var oldu. Öyleyse Allah, kendini sevmiştir (Muhyiddin İbn Arabî, 2008, s. 182).
Mutlak güzelliğin ve bu güzelliğin yansımasının, dil ve sanattaki aksi belirli bir kelime kadrosu ve anlatım şablonu oluşturmuştur. Güzellik, tek bir kaynaktan tecelli etmektedir. Cemal sıfatı, her nerede veya kimde tecelli ederse etsin kaynak birdir. Bu nedenle güzellik tektir. Güzelliğin yansımasında maddeden kaynaklanan farklar bulunabilir, bununla birlikte ideal bir güzellik mevcuttur, hatta ondan başka bir güzellik yoktur. Divan şiiri, bu ideal ve mutlak güzelliği ele alır (Çavuşoğlu, 1986, s. 7). Böyle olduğu içindir ki divan şiirinde cinsiyet farkı gözetilmeksizin sevgilinin güzelliği aynı ifadeler ve imajlarla betimlenir (Şentürk, 2002, s. 371-372; Akün, 2013, s. 151). İdeal insan güzelliğinin anlatımı bir şablona oturduğu için ve mükemmelin, ulaşılan aşkın anlatımdan öte bir ifadesi mümkün görülmediği için güzellik aynı anlatım kadrosu ile esere yansır.
Divan şiirinde ele alınan durumlar ve duygular kemal derecesindedir. Dert de aşk da övgü de soyutlanmış bir kemal durumunda ifade edilir. Bu, dönemin anlatım tekniği ve yazım üslubu hâline gelmiştir. Yalnızlık, sevgi, ayrılık, özlem gibi duygular eksiksiz ve en üst dereceleri ile ifade bulmuştur. Duyguları ve durumları açıklayan ibareler kendine has bir kadro oluşturmuştur. Özlem, muhatap kim olursa olsun, bu kemal derecesinde ifadeye kavuşan hâli ile anlatıma bürünmüştür. İki sevgilinin özlem ve sevgisi ile bir arkadaşa veya hamiye duyulan sevgi ve özlem hemen hemen aynı anlatım biçimi ile dile gelir. Bunu özel mektuplarda, kasidelerde, gazellerde, naatlarda, münacatlarda ve mesnevilerde görmek mümkündür. Birçok metinde bağlamı muhatap belirler. Muhatap değiştirildiğinde ifadelerin hedefi ve anlamı değişmektedir. Peygamber için yazılan bir şiirdeki özlem ve sevgi ifadeleri, bir sevgiliye veya arkadaşa kolayca uyarlanabilir. Muhatap sevgili olduğunda romantik duran ifadeler; bir naatta geçtiğinde dinî ve ruhani bir çerçeveye oturmaktadır. Aynı ibareler bir arkadaş için söylendiğinde ise samimiyet ifade eder.
Işkuna düşen ‘âşık derdüne yanar her dem
Vaslundur ana dermân hekim ne timâr itsün
Yunus Emre, Dîvan, 232/2.
Umdugum oldur ki mahrûm olmayam dîdârdan
Çeşme-yi vaslun vire bu teşne-yi dîdâre su
Fuzûlî, Dîvan, Kaside 3/32.
Laʿlün hayâli hokka-i hâtırda var iken
Yâkût-ı nâba olmamış idi mekân kân
Bârîk-bîn olanlar ider kaşlarun hayâl
Dendânunı tasavvur ider tabʿ-ı hurde-dân
Bâkî, Dîvan, Kaside 1/31-32.
Kan ağlasın bu dîde-i dür-bârım ağlasın
Ansın benim o yâr-ı vefâdârım ağlasın
Çeşm ü dehân u ârız u ruhsârım ağlasın
Başdan başa bu cism-i siyehkârım ağlasın
Ağyârım ağlasın bana hem yârım ağlasın
Gûş eyleyen hikâyet-i esrârım ağlasın
Şeyh Galib, Dîvan, s. 432.
Yandı cânım hecr ile vasl-ı ruh-ı yâr isterem
Derdmend-i firkatem dermân-ı dîdâr isterem
Fuzûlî, Leylâ vü Mecnûn, 2980.
Yunus Emre, Allah aşkını; Fuzûlî, Hz. Peygamber’e duyduğu sevgiyi; Bâkî, Sultan Süleyman’a hayranlığını; Şeyh Galib, yakın arkadaşı Esrar Dede’nin vefatından sonra hissettiği acıyı; Mecnûn, Leylâ’nın ölümünden sonra ona duyduğu özlemi dile getirir. Bu bağlamlar ve şairleri verilmediğinde örnek metinlerin farklı bağlamlarda, farklı muhataplar için yorumlanması mümkün olur.
Benzer şekilde bazı kelimelerin çok yönlü olduğu görülür. Dost, yâr, enîs, hemdem vb. kelimeler hem sevgili hem de arkadaş için kullanılır. Bu kelimelerin her iki durum için kullanılması divan şiirinde aşkın erkekler arasında olmasından kaynaklanmaz. Kişinin yalnızlık duygusunu ortadan kaldıran ve onunla bir mekânı ya da zamanı paylaşan, aralarında sevgi ve vefa bulunan kimseler bu isimlendirmeleri hak eder. Bazen bu bir hayvan ya da cansız bir varlık da olabilmektedir:
Hem-sohbeti mûr ü hem-demi mâr
Tekyegehi hâk ü bisteri hâr
Fuzûlî, Leylâ vü Mecnûn, 921.
Gamzeden kim havf eder zülfü hevâdâr olmasa
Gamze zîrâ hemdem-i râz-ı nihânımdır benim
Nef’î, Dîvan, Kaside 13/33.
Sultan, şah, fağfur, hakan, efendi gibi kelimelerin sevgili için kullanılması aşktaki iktidar ve hâkimiyetle ilişkilidir. Sevgili, âşığın üzerinde tam bir egemenlik sahibidir. Tanpınar, bu hususa dikkat çekerek “Eski şiirimizde aşk, sosyal rejimin ferdî hayata aksi olan bir kulluktur.” (Tanpınar, 1997, s. 6) tespitini yapar ve meseleyi saray istiaresi çerçevesinde izah eder. Sevgilinin âşık üzerindeki egemenliğini ifade edebilecek kelimeler, dönemin en güçlü şahsiyetlerinin unvanlarıdır. Sevgili ile tarihî şahsiyetler arasında ilişkiler kurulması, onların cinsiyeti münasebetiyle değil, kendileriyle özdeşleşen bazı nitelikler dolayısıyladır.
Divan şiirinde cinsiyetten çok, roller öne çıkarılır: âşık, sevgili, rakip… Âşık olan, cinsiyetine bakılmaksızın âşıktır, sevgili de cinsiyetine bakılmaksızın sevgilidir. Âşığın gözünden sevgili hep muayyen nitelikleriyle görülür. Sevgili daha çok “soyut ve ortak fiziki özellikleriyle” tasvir edilir (Batislam, 2003, s. 187). Âşık da cinsiyetine bakılmaksızın aynı acılara katlanmak, aynı âşıklık süreçlerinden geçmek durumunda kalır. Aşkın hâllerinde ve ifadesinde ideal ve kalıplaşmış bir anlatım benimsenir (Şentürk, 2002, s. 382-387). Bu anlatım cinsiyete göre belirgin farklılıklar göstermez. Cinsiyetin açıkça belli olduğu durumlarda bile cinsiyete özel bir anlam yüklenmez. Seven kadın Mecnûn, Züleyha ve Ferhat; sevilen erkek Leylâ, Yusuf ve Şirin olabilir. Bunu kadın divan şairlerinin yazdığı gazellerde de görmek mümkündür. Kadın divan şairlerinin gazellerde ele aldıkları sevgili ile erkek şairlerininki arasında fark bulunmaz (Ertek Morkoç, 2011, s. 225). Bu nedenle divanlardaki şiirlerin belirli bir cinsiyete hitaben yazıldığı kesin olarak söylenemez. Diğer bir deyişle divanlardaki sevgiliye bir cinsiyet tayin etmeye çalışmak beyhudedir. “…ideal sevgili portresini olduğu gibi veren, tipin kendisine sadık eserlerde sevgilinin cinsini tayin güçtür. O bize daha ziyade çok idealist üslûplardaki heykel veya resimler gibi sadece güzelliği ve kudretiyle gelir.” (Tanpınar, 1997, s. 9-10).
Divan şiirinin diliyle kurulan ideal, mükemmel sanat dünyası maddi dünya ile irtibatlandırılmak istendiğinde bazı ayarlamalar yapılması zorunludur. Çünkü bu ikisi arasında bir mesafe bulunmaktadır. Bu nedenle divan şiirinde ifade edilen durumların kendi edebî gerçeklik anlayışı dışına çıkarılıp günümüz gerçekliği ve bakış açısıyla yorumlanması türlü hatalara sebep olabilmektedir (Kaçar, 2007, s. 64, 70).
Sözlüklerde “Mahbûb”
Mahbup kelimesinin sözlüklere yansıyan anlamları tabloda gösterilmiştir.
Mahbup kelimesinin sözlüklerdeki anlamlarına bakıldığında birkaç husus dikkat çekmektedir.
1. Sözlüklerde mahbup kelimesi herhangi bir cinsiyete has kılınmamıştır. Kelime, Türkçenin dil hususiyetlerine uyum sağlamış ve cinsiyetten arınmıştır. Böylece her iki cinsiyet için de kullanılabilir olmuştur.
2. Kelime, en geniş manasıyla “sevilen” anlamına gelmektedir. Dolayısıyla sevilen herkes veya her şey mahbup olabilmektedir: peygamberler, din büyükleri, çocuklar, arkadaşlar, yiyecekler vb.
3. Kelimenin yaygın anlamı, “en çok sevilen, sevgili”dir.
4. Kelimenin “sevgili, sevilen” anlamı “sevimli, sevilmeye değer, tatlı, güzel” gibi anlamları beraberinde getirmiştir. Seven için sevilen her daim güzel olduğundan mahbup kelimesi güzeli de ifade eder hâle gelmiştir.
5. Kelimenin oğlan sevgili anlamı yaygın ve hâkim anlamı değildir. Bu anlamın özellikle 19. yüzyıl ve sonrasında yazılan sözlüklerde görüldüğü dikkat çeker.
“Mahbûb”un Cinsiyeti
Mahbup kelimesinin dil bilgisi bakımından müzekker olması bu kelimenin kullanımıyla ilgili bazı tereddütler oluşturmaktadır. Kelimenin dil bilgisi yönünden eril olması gerçek hayatta erkeğe göndermede bulunduğu şeklinde yorumlanabilmektedir. Bu nedenle önce Arapçadaki müzekker-müennes meselesine kısaca bakılacak, daha sonra Türkçedeki duruma değinilecektir.
Arap dilinde isimler müzekker, müennes, hem müennes hem müzekker olmak üzere üç gramatikal cinsiyete ayrılmaktadır (Şenocak, 2007, s. 16). Müzekker ve müennes, esas itibarıyla canlılar için kullanılır. Cansız varlıklar içinse mecazi müzekkerlik ve müenneslik geçerlidir. Dil bilgisi bakımından kelimelerin müzekker formu temeli oluşturur (Şenocak, 2007, s. 14). Kelimelerin müzekker hâline birtakım te’nîs alametleri (tâ, memdûd elif, maksûr elif) eklenerek müennes şekli elde edilir. Bununla birlikte te’nîs alametini taşıyan bütün kelimeler müennes olmadığı gibi te’nîs alameti taşımayan bütün kelimeler de müzekker değildir (Şenocak, 2007, s. 18).
İbn Cinnî’ye göre fasih kelamda müennesin müzekker yapılması oldukça yaygındır. Çünkü burada fer’i aslına döndürmek ve cümleyi daha yalın hâle getirmek söz konusu olmaktadır (Şenocak, 2007, s. 45). İbn Fâris, “İlâhî hitap, müzekker formda geldiğinde ve özellikle erkekler zikredilmemiş ise bu, erkekleri ve kadınları kapsar.” demiş ve ayetlerden örnekler sıralamıştır (Şenocak, 2007, s. 44).
Bu bilgiler özetlenecek olursa bir ismin mutlak kullanımı söz konusu olduğunda, diğer bir ifade ile herhangi bir cinsiyet bildirmesi istenmediğinde veya cümle daha yalın hâle getirilmek istendiğinde fer’i aslına döndürülmekte ve kelime müzekker istimal edilmektedir. Aynı durum, varlığın cinsiyetinin açık olmadığı durumlar için de geçerlidir. Allah’ın ve meleklerin isimleri, müzekker formda gelmesine rağmen cinsiyet bildirmez. Bu isimlerin müzekker gelmesinin sebebi, cinsiyet bildirmesinden değil, gramatikal olarak müzekkerin asıl olmasındandır. Müzekker asıl olduğu için müennesi de kapsamaktadır. Bu nedenle müzekker ve müennes failin birlikte bulunduğu cümlelerde fiil müzekker gelmektedir. Kur’an-ı Kerim’de doğrudan erkeklerin kastedilmediği birçok ayette hitap müzekker olmasına rağmen muhatap sadece erkekler değil, kadınlar ve erkeklerdir. Buradan hareketle gramatikal cinsiyetin, bir dil hususiyeti olduğu ve her zaman gerçek hayattaki cinsiyete karşılık gelmediği söylenebilir.
Türkçe gramatikal cinsiyetin bulunmadığı dillerdendir. Kelime türleri cinsiyete göre çekimlenmez, cinsiyet bir ön ek veya artikel ile gösterilmez. Bir varlığın cinsiyetini belirtmek gerektiğinde cinsiyet bildiren sıfatlar doğrudan ismin önüne getirilir ve cümlede failin cinsiyetine göre bir düzenleme yapılmasına ihtiyaç duyulmaz. Bununla birlikte cinsiyet bildiren sınırlı sayıda kelime de bulunmaktadır (anne, baba, hala, dayı, teyze, abla, abi, boğa, inek, düve, vb.). Bu durum, varlıklardan bir bölümünün dişisini ve erkeğini ayrı kelimelerle isimlendirme ihtiyacından kaynaklanır. Burada aynı kelimenin dişi ve erkek için ayrı çekimlenmesi söz konusu değildir.
Türkçede gramatikal cinsiyetin bulunmayışı onun temel niteliklerindendir. Bu sebeple Türkçeye yabancı dillerden giren müennes ve müzekker kelimeler her ne kadar belli bir süre kullanımda kalsa da zamanla dilin kendi mantığı ve kuralları içinde erimektedir. Dönemin ihtiyaçlarına, inançlarına ve toplum yapısına uygun olarak müennes ve müzekker kelimelerden biri, cinsiyet bağlarından arınıp Türkçenin kelime kadrosuna katılmaktadır. Kelimelerin aslını bilen eğitimlilerin dilinde müennes ve müzekker ayrımı sürdürülmeye çalışılsa da Türkçe, bu kelimelere kendi rengini vermektedir. Âşık, kâhin, mağdur, mağrur, mahbup, mahcup, masum, maşuk, memnun, meşhur, sadık, yetim, şair vb. birçok kelime müzekker formda olmasına rağmen hem erkek hem de kadın için kullanılmaktadır (Çolak-Bostancı ve Koç-Keskin, 2013). Bir diğer ifade ile Türkçedeki birçok isim gibi cinsiyet bildirmemektedir.
Sadece “mahbûb” kelimesi değil, güzeli ve sevgiliyi ifade eden başka kelimeler de gramatikal cinsiyet bağından kurtulmuştur. “Şâhid” kelimesi, mahbûbla benzer kullanım özellikleri gösterir. Allah, Hz. Muhammed, sahabeler, peygamberler, insan-ı kâmil, sevgili, insan dışındaki varlıklar vb. Beyitlerde şâhid olarak ifade edilir. Müzekker formda olmasına rağmen sevilen anlamıyla hem kadın hem de erkek için kullanılır (Aslan, 2010).
Buraya kadar söylenenler mahbup kelimesinin müzekkerliği bağlamında değerlendirilecek olursa bu kelimenin dil bilgisi bağlamında müzekker olması, gerçek hayatta cinsiyete atıfta bulunduğu anlamına gelmez. Kelime, mutlak anlamda sevileni işaret etmektedir. Sevilenin cinsiyetini veya niteliğini ise kaynak ve muhatabın durumu belirler. Sevginin kaynağını ve muhatabın cinsiyetini bilmek, her durumda sevginin çeşidini bilmek anlamına gelmemektedir. Burada bağlam etkilidir. Kelimenin bağlamından sonuca ulaşılamaması durumunda üçüncü kaynaklara başvurmak gerekir.
Mesnevilerde “Mahbûb”un Kullanımları
Türkçede gramatikal cinsiyet bulunmadığından ve mahbup kelimesinin sözlüklerde farklı anlamları ile karşılaşıldığından cinsiyetle ilgili daha kolay tespitte bulunulabilecek ve daha isabetli sonuçlara ulaşılmasını sağlayabilecek türlerden mesnevilerde bir tarama yapmanın daha uygun olacağı düşünüldü. Böylece hem bilinenden hareket edildi hem de makaleyi belirli sınırlarda tutmak mümkün oldu. Mesnevilerde yapılan taramada kelimenin, sözlüklerdeki anlamlarıyla paralel bir kullanıma sahip olduğu görüldü. Taramalar sonucunda ulaşılan tespitler aşağıda sıralanmıştır. Eser isimlerinden sonraki rakamlar beyit numarasını göstermektedir.
1. Sevgili
Mahbup kelimesi, esas olarak cinsiyet ayrımı gözetilmeksizin sevgili anlamında kullanılmaktadır. Mesnevilerde doğrudan kahramanlardan birine atıfla kullanılabildiği gibi genel ifadelerle de ele alınabilmektedir. Bu tür kullanımlarda mahbubun cinsiyetini metnin bağlamı vermektedir.
Leylâ vü Mecnûn mesnevisinde Mecnûn’un anne ve babası ona nasihat eder ve ondan Leylâ’ya duyduğu aşktan vazgeçmesini ister. Çünkü Mecnûn, Arap kabilelerinin lideri olmalıdır. Şarap ve sevgili peşinde koşarak bu amaca ulaşması mümkün değildir.
Mahbûb ü mey ile besleyen cân
Sanma olur ehl-i akl ü îmân
Fuzûlî, Leylâ vü Mecnûn, 961.
Mecnûn eğer sevgili isterse babasının idaresi altında bin kabile vardır, ona kendi kabilelerinden bir güzel bulabilirler ve Mecnûn’u beğendiği kızla evlendirebilirler.
Mahbûb hem istesen kem olmaz
Biz kim senünüz sana gam olmaz
Vardur bu haşemde min kabîle
Her tâife içre min cemîle
Bir bir kılalum kamu sana arz
Yetsün yerine bize olan farz
Fuzûlî, Leylâ vü Mecnûn, 966-968.
Fuzûlî, bu beyitlerde mahbubu kabiledeki kadınlara karşılık gelecek şekilde “sevgili” anlamında kullanmıştır.
Şeyh San’an hikâyesinde Şeyh Abdürrezzak’ın âşık olduğu Hristiyan kızı, onun vuslat talebi karşısında ikisinin birbirine denk olmadığını söyler. Şeyh, aşkta farklılıkların ortadan kalktığını belirtir. Hristiyan kızı, Şeyh’ten dinini değiştirmesini ister ve seven ile sevilenin aynı niteliklere sahip olmaları gerektiğini ifade eder.
Kişi mahbûb ile hem-reng gerek
Aşk-ı mahbûbda bî-neng gerek
Olmayan dînine yârun kâ’il
Lâ-cerem yâr ana olmaz mâ’il
Mostarlı Ziyâî, Şeyh-i San’an Mesnevisi, 881-882.
Bu beyitlerde mahbup, “Şeyh’in âşık olduğu kız”a karşılık gelmektedir.
Şeyh Galib’in ünlü eseri Hüsn ü Aşk’ta Hüsn’ün dadısı İsmet, Hüsn’ü aşk derdiyle ağlayıp inlemekten vazgeçirmeye çalışır. Bunun için Aşk’ın bu feryatlara kızdığını söyler ve sevgiliden sadece vefa beklediğini ifade eder. Mahbup kelimesi, burada “mesnevinin kadın kahramanı olan Hüsn” ile ilişkilendirilmiştir.
İğzâb oluyor figândan ol mâh
Çeşmi kararır ger eylesen âh
Der kim o figân bana gerekdir
Mahbûba hemîn vefâ gerekdir
Şeyh Galib, Hüsn ü Aşk, 1060.
Vâmık ile Azrâ mesnevisinde Azrâ’nın nakşı diyar diyar gezer. Nakışlardan biri Çin’de Vâmık’a ulaşıp onu aşk ile yakar, biri de Tus’ta Merzübân’a sunulur ve o anda Merzübân Azrâ’yı kendine sevgili bilir. Burada mahbup, “mesnevinin kadın kahramanı Azrâ” için kullanılmıştır.
Çü gördi Merzübān ol sūreti hūb
İdindi cān u dilden anı mahbūb
Manisalı Câmi’î, Muhabbet-nâme, 3751.
Arap Hanı Menûşeng’in oğlu Hümâ ile Çin Fağfûr’unun kızı Hümâyûn arasındaki aşkın hikâye edildiği Hümâ vü Hümâyûn mesnevisinde Hümâ, Hümâyûn’a aşkını anlatır ve ona hitap eder: Ey ay yüzlü, gönlümün sahibi sevgili! Bil ki gönlüm zülfünün dar ağacına asılmıştır.
Bil iy meh-manzar u mahbûb-ı dildâr
Ki oldı zülfünün darında dil dâr
Cemâlî, Hümâ ve Hümâyûn, 3153.
Hüsn ü Aşk’ta Sühan, Hüsn’e öğüt verir, başarıya ulaşmak için bir dosta ihtiyacı olduğunu söyler. Sevgiliye ancak dostla ulaşabileceğini, esasında asıl istenenin de dost olduğunu belirtir. Her ne kadar mahbup genel olarak kullanılsa da Hüsn için mahbup Aşk’tır.
Yâr ile olur vusûl-i mahbûb
Hem yârdır anladınsa matlûb
Şeyh Galib, Hüsn ü Aşk, 824.
Örneklerde görüldüğü gibi “mahbup” hem erkek hem de kadın mesnevi kahramanları için sevgili anlamında kullanılmıştır.[1] Taranan eserlerde mahbûb kelimesinin müennesi olan mahbubeye iki yerde rastlanmıştır. Karşılaşılan beyitlerde kelimenin müennes olarak kullanılması daha çok vezin zorunluluğundan kaynaklanmış görünmektedir.
Hüma, Bihzad’a seslenir ve devrin eziyetlerine katlandığını, şimdi eğlenip güzellerin vaslıyla mutlu olması gerektiğini söyler.
Çü devrün çekdünüz cevr ü cefâsın
Sürün mahbûbenün vaslı safâsın
Cemâlî, Hümâ ve Hümâyûn, 4428.
Mecnûn mektebe başlar ve bir süre sonra Leylâ’ya âşık olur. Fuzûlî, Leylâ’yı tasvir ederken vezinden dolayı “mahbûbe”yi kullanır.
Âlem ser-i mûyınun tufeyli
Mahbûbe-yi âlem adı Leylî
Fuzûlî, Leylâ vü Mecnûn, 581.
1.1. İnsanların Sevgilisi Allah
Mahbup, sevgili, maşuk gibi kelimeler en çok sevilen anlamında romantik bağlamın dışında yaygın olarak kullanılmaktadır. Özellikle Allah, peygamber, din büyükleri, mürşitler vb. en çok sevilen olması veya en çok sevilmeye layık olması bakımından birer sevgilidir. İnsan, kalbine kimi sultan ederse onun egemenliği altına girer ve onu hoşnut etmek için yaşamını düzenler. Bu bakımdan Allah sevgisinin bütün sevgilerin üzerinde olması gerekir.[2] Gerçek aşk, ona duyulan sevgi; gerçek sevgili odur. Gerisi geçici olmaya mahkûmdur çünkü varlığı kendinden değildir, itibaridir. Maddi bir varlığa duyulan sevgi ancak mecazdır, gerçeğin kendisi değil, yansımasıdır. Hakiki sevgili Allah’tır.
Çü mahbûb-ı hakîkî ol durur ol
Mecâzî işleri terk it anı bul
Lâmiî Çelebi, Ferhâd ile Şîrîn, 3003.
Hallâc-ı Mansûr Menâkıbnâmesi’nde cellat Hallac-ı Mansur’un ayaklarını keser, ayağından akan kan “ene’l-Hak” yazısını oluşturur. Halk şaşkınlık içindeyken Mansur, Hakk’ın kendisiyle birlikte olduğunu ve kendisinin Hak olduğunu söyler. Devamında orada bulunanların kendisine iyilik yaptığını, hiçbirine kin beslemediğini belirtir, çünkü sevgilisi onu istemektedir. Hallac’ın ele ayağa ihtiyacı yoktur, dosta giden elsiz ayaksız gider:
Siz bana lutf itdünüz yâ ehl-i dîn
Kimsenüze dutmazam ben buğz u kîn
Çün ki mahbûbum beni kılur taleb
Bana yokdur el ü ayak cism ü leb
Âşık olan eli ayağı n’ider
Dosta giden elsüz ayaksuz gider
Niyâzî-i Kadîm, Hallâc-ı Mansûr Menâkıbnâmesi, 747-749.
Seven de sevilen de Allah’tır. O, hem sevginin kaynağı hem mihveri hem de gayesidir.
Muhib Mahbûb sen idün Evvel Ahir
Mukîm ü Mûcid ü Bâtın u Zâhir
Şeyh Baba Yusuf Sivrihisarî, Mevhûb-ı Mahbûb, 3495.
İnsana Allah’tan başka sevgili olmamalıdır. Bütün âşıkların sevgilisi ve talebi odur. Onun dışındaki hiçbir şey insana güzel gelmemelidir.[3]
Kişiye Hakdan özge olmaya hûb
Niçe hûb belki andan dahı mahbûb
Kamu âşıkların mahbûbıdur Hak
Kamu sâdıkların mergûbıdur Hak
Ûdî, Mâcerâ-yı Mâh, 78-79.
1.2. Allah’ın Sevgilisi Peygamberler
Peygamberler, Allah’ın seçkin kulları ve elçileridir. Allah, mesajını onlar aracılığıyla insanlara ulaştırmıştır. Bu bakımdan onlar, insanlar arasında en çok sevgiye ve sevilmeye layık olan kimselerdir. Onlar, hem insanların hem de Allah’ın sevgilisidir. Sivrihisarî, aşağıdaki ilk beyitte Hz. Musa, ikinci beyitte Hz. Yusuf için mahbup ifadesini kullanmıştır.
Taʿabbüs varıdı vechinde anun
Kelîm-i Hakkun ol mahbûb-ı cânun
Şeyh Baba Yusuf Sivrihisarî, Mevhûb-ı Mahbûb, 3857.
Toyardı halk görüp yüzin o şâhun
Hakun mahbûbı vü ol pâdişâhun
Şeyh Baba Yusuf Sivrihisarî, Mevhûb-ı Mahbûb, 6498.
Divan şiirinde genelde bütün peygamberler, özelde ise Hz. Muhammed büyük bir sevgiyle anılır. Müminler, Hz. Peygamber’i dünyadaki her şeyden fazla sevmelidir. Bu konuda birçok ayet ve hadis zikredilmiştir.[4] Bunlara ek olarak nur-ı Muhammedî ve hakikat-i Muhammedî inancı, gül ve Peygamber arasında kurulan ilişki, âlemin varlığını Peygamber’in varlığına bağlayan nakiller, onun şefkati ve şefaatine yapılan vurgular ve Hz. Peygamberle ilgili birçok rivayet onunla müminler arasındaki ilişkiyi aşk çerçevesine oturtmuştur (Öztoprak, 2020). Peygamber hem Allah’ın hem de inananların sevgilisidir. Allah kulları arasında en çok onu sever, müminler de dünyadaki varlıklar arasında en çok onu severler. Hz. Peygamber için mahbup kelimesi metinlerde sıklıkla yer alır.
Koyun sürmekden idi kesbi anun
Habîb-i Hakkun ol mahbûb-ı cânun
Şeyh Baba Yusuf Sivrihisarî, Mevhûb-ı Mahbûb, 2691.
Hz. Peygamber, süt annenin yanındayken göğsü melekler tarafından açılır ve kalbi yıkanıp kapatılır. Süt annesi Halime bu durumun farkına varınca onu hemen alıp eve getirir. Kabiledekiler, çocuğa bir zarar dokunmasından endişe ederek onu kâhine götürmek ister. O, doğru sözlü sevgili, kâhine ihtiyaç olmadığını söyler.
Dirdi o mahbûb-ı sedîdü’l-lisân
Kâhine yok hâcet-i şerh u beyân
Nahîfî, Mevlidü’n-Nebi, 876.
Hz. Peygamber, bütün peygamberlerin önderi ve övüncüdür. O sevgilinin yüceliği, Hz. Yakub’un gözünün nurudur.
Rif‘atin seyr idün ol mahbûbun
Kurretü’l-‘aynı idi Ya‘kûbun
Mostarlı Ziyâî, Şeyh-i San’an Mesnevisi, 88.
Hz. Muhammed Allah’ın sevgilisi, halkın istediğidir. İnsanlar Hz. Muhammed’i görmek, onunla bir arada bulunmak ister. O, her yönden insanların dileği ve en şereflisidir.
Sensin iy mahbûb-ı Hak matlûb-ı halk
Her cihetden eşref ü mergûb-ı halk
Edirneli Nazmî, Pend-nâme-i Nazmî, 74.
Ûdî, Mâcerâ-yı Mâh isimli mesnevisinin naat kısmında Hz. Muhammed’in, dünyadaki herkesin sevgilisi olan Allah’ın sevgilisi olduğunu söyler. Ûdî de Allah’a yakın olmak, onun sevgisine nail olmak ister.
Hudânun çünki Ahmed hûbı oldı
Cihân mahbûbınun mahbûbı oldı
İlâhî âşıkam mahbûbun içün
Rakîb olsam aceb mi hûbun içün
Udî, Mâcerâ-yı Mah, 62-63.
Hz. Muhammed, Allah’ın habibidir.[5] “Mahbûb” kelimesiyle kurulan birtakım tamlamalarla bu durum ifade edilmiştir. Bu tamlamalar çoğunlukla Allah’ın isimlerinden birinin mahbup kelimesiyle bir araya getirilmesi suretinde oluşturulmuştur:
Mahbûb-ı Yezdân (Sivrihisarî, 180, 319, 2523, 2881, 2998, 3130, 3134, 3292, 3721, 4013, 4150, 4620, 5008, 5017, 7075), Hakk’ın mahbubu (Sivrihisarî, 1735, 2366, 3359, 3960, 4000, 4198, 5926; Mürîdî 3744), mahbûb-ı Hak (Sivrihisarî, 2949, 3189), mahbûb-ı Huda (Sivrihisarî, 2443, 5745; Edirneli Nazmî, 59), mahbûb-ı zat (2853), mahbûb-ı Allah (Sivrihisarî, 3150, 3160), mahbûb-ı Celîl (Sivrihisarî, 3630), mahbûb-ı can (Sivrihisarî, 2996, 3042, 3064, 3087, 3913, 4003, 4324, 4530, 5120), mahbûb-ı cânân (Sivrihisarî, 4313) mahbûb-ı Sübhân (Sivrihisarî, 4620), mahbûb-ı Rahmân (Sivrihisarî, 5936, 5942; Ûdî, 52), mahbûb-ı Hû (Mürîdî, 1177), mahbûb-ı Rab (Nahîfî, 202, 539, 745), mahbûb-ı has (Nahîfî, 146).
Allah’ın sevgilisi olmasının yanında Hz. Muhammed’in güzelliğinden bahsedilirken de mahbup kelimesi kullanılmaktadır. Hz. Muhammed’in süt annesi Halime onu iki yılın ardından annesine getirir fakat çocuğun kendi yanında kalmasını istediği için Mekke’nin havasının ve suyunun çocuğa olumsuz etkileri olacağını söyler. Ardından da aslında bu söylediklerinin bahane olduğunu, o dünya güzeli ve sevgilisinin tekrar kendisine verilmesini sağlamaya çalıştığını itiraf eder:
Meylim o mahbûb-ı cihâne idi
Söyledigim cümle bahâne idi
Nahîfî, Mevlidü’n-Nebi, 786.
1.3. Allah’ın Sevgilisi Din Büyükleri
Din büyükleri, peygamberlerden sonra Allah’a en yakın insanlardır. Onlar; fedakârlıkları, samimiyetleri, adanmışlıkları, ibadetleri ve Allah’a duydukları aşkla onun rızasına nail olur. Peygamberler gibi din büyükleri için de Allah’ın sevgilisi tabiri kullanılmaktadır. Çünkü onlar Allah’tan, Allah da onlardan razı olmuştur.[6]
Mevhûb-ı Mahbûb’dan verilen ilk beyitte Hz. Ömer’in, ikinci beyitte Hz. Ebubekir’in Allah’ın sevgilisi olduğu söylenir:
ʿÖmer hazretleri mahbûb-ı Rahmân
Emîra’l-mü’minîn ol sunʿ-ı Yezdân
Şeyh Baba Yusuf Sivrihisarî, Mevhûb-ı Mahbûb, 363.
Odur mahbûb-ı Hak sultân-ı ashâb
Odur ser-çeşme-i ahrâr u ahbâb
Şeyh Baba Yusuf Sivrihisarî, Mevhûb-ı Mahbûb, 383.
Lâmiî Çelebi’nin Bursa’da eğitim görürken intisap ettiği Emîr Buhârî, Ferhâd ile Şîrîn’in girişinde Allah’ın sevgilisi olarak anılır.
İdüp dilden cihan nakşına hande
Kul olmışlar Emîr-i Nakş-bende
Ki ya‘nî Hazret-i mahbûb-ı Bârî
Cenâb-ı Seyyid-i Şemsü’l-Buhârî
Lâmiî Çelebi, Ferhâd ile Şîrîn, 800-801.
Manisalı Câmiî, Muhabbet-nâme’de aşere-yi mübeşşerenin medhini yaparken Abdurrahman b. Avf’tan Allah’ın sevgilisi olarak bahseder. Abdurrahman b. Avf, Hz. Ebubekir’in yakın dostu ve Müslüman olan ilk sekiz sahabeden biridir.
Olur altıncı yāri ‘Abd-i Rahmān
Muhibb-i hānedān mahbūb-ı Rahmān
Manisalı Câmiî, Muhabbet-nâme, 280.
1.4. Halkın/Kalplerin Sevgilisi
Bir insanın dünyadaki konumuyla ilgili önemli göstergelerden birisi insanların veya toplumun sevgisini kazanmasıdır. Özellikle yönetici ve liderler için halkın sevgisi ve memnuniyeti şahıslarının ve liderlik vasıflarının niteliklerini ortaya koyar. Benzer bir durum, din büyükleri için de geçerlidir. Yöneticiler halkın sevgisini icraatlarıyla kazanırken peygamberler ve din büyükleri daha çok Allah’la ilişkileri dolayısıyla varlığın sevgisini elde eder. Hz. Muhammed, Allah’ın ve halkın sevgilisidir.
Habîbü’l-Hakk u mahbûbu’l-berâyâ
Kerîmü’l-hulk u makbûlü’s-secâyâ
Lâmiî Çelebi, Ferhâd ile Şîrîn, 412.
Şeyh Abdürrezzak, Yemen’in Sanan şehrinde yaşayan, birçok müridi bulunan ve herkesten saygı gören bir tarikat önderidir. Elli yıl Allah’a ibadet etmiş, ömrü riyazetle geçmiş, kendisinden birçok keramet zahir olmuş, amelinde kusur bulunmayan bir zattır. İşte böyle dünyanın rağbet ettiği, yaşadığı dönemin sevgilisi olan Şeyh’in hâli aşk yüzünden değişir.
Böyle mergûb-ı cihân iken o şeyh
Böyle mahbûb-ı zamân iken o şeyh
Dinle gör kıssa-i pür-gussasını
Gûş-ı cân ile işit kıssasını
Mostarlı Ziyâî, Şeyh-i San’an Mesnevisi, 378-379.
Âlemin kalplerinin sevgilisi olmak veya kalplerin sevgilisi olmak tabiri belli bir zümrenin veya genel olarak halkın sevgisini kazanmayı ifade eder.
Kulûb-ı ‘âlemün mahbûbıdur ol
Mahabbet haylinün matlûbıdur ol
Lâmiî Çelebi, Ferhâd ile Şîrîn, 5393.
Râbiʿan tutup ʿAlî tavrını hûb
Ola ol vech ile mahbûbü’l-kulûb
Edirneli Nazmî, Pend-nâme-i Nazmî, 452.
1.5. Erkek Sevgili
Mahbup kelimesinin sözlüklerde karşılaşılan anlamlarından biri de oğlan sevgilidir. Kelimenin bu anlamı daha çok Enderûnlu Fâzıl’ın Zenân-nâme ve Hûbân-nâme isimli eserlerinde görülmüştür. Şair, Zenân-nâme’de dostuna öğüt verir ve kadın şekline konulan bir mahbubun bütün kadınlardan daha güzel olacağını söyler.
Olma bir avrata ammâ mahsûs
Sana olsun zen-i dünyâ mahsûs
Pek unutma arada gılmânı
O dahı rûha safâ-yı sânî
Zenne şeklinde konulsa mahbûb
Cümlesinden dahı gâyet ile hûb
Enderûnlu Fâzıl, Zenân-nâme, s. 84.
Enderunlu Fâzıl, diğer eseri Hûbân-nâme’de Şam güzellerinden bahseder ve o bölgede bulunan Trablus şehrini över. Aklı başında olan mahbup dostlarının oraya postu yaymalarını önerir.
Varsun ol beldeye yaysun postu
Aklı başındaki mahbûb dostu
Enderûnlu Fâzıl, Hûbân-nâme, s. 26.
2. Farklı Bağlamlarda “Mahbup”
Mahbup kelimesi, farklı bağlamlarda güzel anlamıyla sıfat görevinde kullanılabilmektedir. Kelime; çocuk için kullanıldığında güzel, şirin, sevimli; bir durum veya iş için kullanıldığında güzel, hoş; kadın için kullanıldığında güzel, sevilesi, sevilen; erkek için kullanıldığında güzel, yakışıklı; yer veya mekân için kullanıldığında güzel, hoş; arkadaşlar için kullanıldığında sevilen insan, iyi insan, yakın arkadaş; bir eser için kullanıldığında güzel, iyi, başarılı manalarını karşılamaktadır.
2.1. Güzel (İnsan)
Divan şiirinde çoğu zaman dış güzellikle iç güzellik birbirinden ayrılmaz. Kişinin dış güzelliği iç güzelliğinin yansıması olarak değerlendirilir. Dışı güzel olup da huyu, ahlakı, mizacı güzel olmayan makbul değildir. Fiziki bakımdan güzel fakat huyu çirkin olan insana tam olarak insan denemez. Mahbup kelimesi aşağıdaki beyitlerde dış güzellik anlamında kullanılmıştır:
Kazan âdâb u hilm ü hulk u nîgû
Hüs(ü)n-dâr olana düşmez çikin-hû
Kişi mahbûb ola bî-hulk ola ol
Dinür âdem velî tozsuz olur ol
Cihânda bulınur çok nakş-ı dîvâr
Velî insân dinilmez ana iy yâr
Şeyh Baba Yusuf Sivrihisarî, Mevhûb-ı Mahbûb, 6207-6209.
Enderûnlu Fâzıl, ağırlıklı olarak milletlerin erkek güzellerini tanıttığı mizahi nitelikli eseri Hûbân-nâme’de mahbup kelimesini daha çok güzel/yakışıklı anlamında kullanır. Bu beyitlerde hub ve mahbup kelimelerinin birlikte ve yakın anlamlı olacak şekilde ele alındığı görülür:
Kangı milletde cemâl-i hûbî
Kiminin çok bulunur mahbûbı
Enderûnlu Fâzıl, Hûbân-nâme, s. 12.
Hep siyeh-çerde olur hûbları
Var sefîd-rû dahi mahbûbları
Enderûnlu Fâzıl, Hûbân-nâme, s. 19.
Dahi ol arzda bitmez mahbûb
Belki mahbûb değil cins-i hûb
Enderûnlu Fâzıl, Hûbân-nâme, s. 45.
2.1.1. Güzel (Çocuk)
Âmirîlerin liderinin bir oğlu yoktur. Bundan dolayı çok dertlidir. Gece gündüz Allah’a yalvarır, bağışlar yapar, sadakalar dağıtır, kurbanlar keser fakat bir oğlu olmaz. Bir gün dolaşırken bir harabe görür. İçinde bir abdal oturmaktadır. Abdalın hâlinden onun pîr-i kâmil olduğunu anlayan Mecnûn’un babası, dileğini ona da söyler. Abdal, ona bir ayva verir ve bu meyve sayesinde güzel/ sevimli bir oğlu olacağını müjdeler:
Çün irişdi sana bu mîve-i hûb
Yakınlarda bir oglun ola mahbûb
Larendeli Hamdî, Leylâ vü Mecnûn, 781.
Hüma doğar, ona ad koyarlar; beşiğini altından, gıdasını süt ve şekerden kılarlar. Kısa zamanda o kadar güzel olur ki insanlar onun güzelliğini destanlarda anlatır.
Şu resme oldı mahbûb az zamânda
Ki hüsnin söylediler dâstânda
Cemâlî, Hümâ ve Hümâyûn, 882.
2.1.2. Güzel (Kadın)
Larendeli Hamdî’nin mesnevisinde Kays, dört yaşında okula başlar. Mektebe devam etmekte olan beş on peri yüzlü kız, Kays’a âşık olur. O mektepte ne kadar güzel varsa hepsi onun yüzünü ister. Mahbup kelimesi burada okuldaki güzel kızlar için kullanılmıştır.
Ne denlü varsa ol mektebde mahbûb
İdinmişlerdi rûy-ı Kaysı matlûb
Larendeli Hamdî, Leylâ vü Mecnûn, 847.
Sivrihisarî; sözü şeker, yüzü gül, güzel bir kadın ile onun bulunduğu şehre bir aylık mesafede yaşayan ve kadının güzelliğini duyup ona âşık olan bir yiğit arasındaki aşk hikâyesini anlatır. Bu hikâyede mahbup, güzel anlamıyla kadının sıfatı olur.
Zamân içinde bir mahbûb-ı şengül
Zuhûr itmiş sözi sükker yüzi gül
Meh olmazıdı hüsnine mukâbil
Degildi lutf u hulkı vasfa kâbil
Şeyh Baba Yusuf Sivrihisarî, Mevhûb-ı Mahbûb, 6218-6219.
2.1.3. Güzel (Erkek)
Hümâ ve Hümâyûn mesnevisinde vezirin Ferahnâk isminde yakışıklı ve güzel bir oğlu vardır. Hümâyûn’un amcasının kızı olan Perîzâd’ı uzaktan görür ve ona âşık olur.
Ki bir oglı var idi hüsn ü mahbûb
Cemâli nâzük idi hûb u mergûb
Gören ra’nâ ruhın olmazdı gamnâk
Dili mesrûr idi adı Ferahnâk
Perîzâd’ı giderken gördi nâ-gâh
Kılup âşüfte zülfi eyledi âh
Dilin câm-ı mahabbet eyledi mest
Harîf-i ‘ışka oldı yâr u hem-dest
Cemâlî, Hümâ ve Hümâyûn, 3919.
Leylâ bir gece rüyasında gökyüzünden bir ayın kopup ondan tarafa geldiğini ve yaklaştıkça gün yüzlü bir güzele döndüğünü görür. Bu güzel ona gül getirmiştir. Gülü koklayan Leylâ, o güzelin aşkına düşer. Leylâ’nın rüyasında gördüğü mahbup/yakışıklı Mecnûn’dur.
Gelürek oldı bir gün yüzlü mahbûb
Ruhı gül hâli fülfül gabgabı tûb
Larendeli Hamdî, Leylâ vü Mecnûn, 1049.
Sivrihisarî’nin anlatımıyla Hz. Muhammed Miraç Gecesi’nde, üçüncü kat gökte Hz. Yusuf’u görür ve tanımaz. Yüzü ay gibi olan bu güzel ve pak zatın kim olduğunu Cebrail’e sorar, Cebrail de onun İsrailoğullarının peygamberi Yusuf olduğunu söyler.
Resûl gördi oturur bir kerîm zât
Yüzi bedr ay gibi mahbûb pâk zât
Didi ki Cibrîle kimdür oturan
Yüzünün nûrını tâ ʿarşa uran
Didi kardaşunuz Yûsuf nebîdür
Benî İsrâ’ilün peygamberidür
Şeyh Baba Yusuf Sivrihisarî, Mevhûb-ı Mahbûb, 4137-4139.
Hz. Peygamber, miraca çıktığında cenneti de ziyaret eder. Orada nurdan yeşil cübbesi olan şerif, güzel, beğenilen, hoş bir aziz görür.
Nazar itdi Resûl gördi ki anda
Oturur bir ʿazîz ol hûb vatanda
Yeşil cübbesi var nûrdan muʿazzam
Şerîf mahbûb vücûd gâyet de ekrem
Şeyh Baba Yusuf Sivrihisarî, Mevhûb-ı Mahbûb, 4048-4049.
2.1.4. Güzel (Arkadaş)
Mahbup kelimesi özellikle meclisler söz konusu olduğunda sevilen insanlar veya arkadaşlar için kullanılmaktadır. Divan şiiri, çoğu zaman seven-sevilen ilişkisini bir aşk macerası gibi ele alır: hükümdar-halk, şeyh-mürid, peygamber-ümmet, peygamber-Allah, evlat-ebeveyn, arkadaş vb. Bu nedenle meclise katılanlarla ilgili de abartılı sevgi ifadeleri kullanılır. Meclislere katılanlar genellikle hem fiziki hem de ahlaki özellikleri bakımından en güzel vasıflarla tanıtılır. Mecliste kusura yer yoktur. Herkes çok güzel ve iyidir:
O bezm içre olanlar hûb idi hep
Mısır şehrindeki mahbûb idi hep
Ûdî, Mâcerâ-yı Mâh, 401.
2.1.5. Güzel (Kul)
Sivrihisarî, yedinci göğün sakinlerini tanıtırken oradakilerin, Allah’ın makbul, güzel, hoş, beğenilen, sevilen, saygıdeğer kulları olduğunu söyler:
Adıdur ʿÂriye yidinci gögün
Âdem yüzlü durur ehli bu gögün
Suhuf yazar bunun sâkinleri heb
Olupdur her biri Hakka mukarreb
Hakun ʿubbâdıdur raʿnâ vü mergûb
Mükerrem bâ-safâ gâyet de mahbûb
Şeyh Baba Yusuf Sivrihisarî, Mevhûb-ı Mahbûb, 1157-1159.
2.2. Güzel (İş)
İsmet, Hüsn’ün aşk yüzünden acılar çekip feryat ettiğini görünce onu avutmak, biraz olsun onun derdini dindirmek ve insanlara rüsva olmasını önlemek ister, ona öğütler verir. Fakat Hüsn bu öğütleri dinleyecek gibi değildir. Bunun üzerine İsmet, Hüsn’ün ağlayıp feryat ederek kendisini rüsva etmesini Aşk’ın da uygun bulmayacağını belirtir. Aşk; Hüsn’ün isteyen, kendisinin istenen olmasını güzel veya hoş görmeyecektir:
Gelmez ana da bu kâr mahbûb
Sen tâlib olup ol ola matlûb
Şeyh Galib, Hüsn ü Aşk, 1044.
Perviz, Mehin Banu’ya elçi göndererek Şirin ile evlenmek istediğini bildirir. Mehin Banu, bu durumu Şirin’e söyleyince Şirin sitemler eder. Kendisinin ateşlere atılmasının, kılıçla doğranmasının, öldürülmesinin bu sözden daha iyi olduğunu, her bakımdan ona daha güzel ve sevimli geldiğini söyler:
Bu sözden bana bin kez hûb idi ol
Ne yüzden gözlesem mahbûb idi ol
Lâmiî Çelebi, Ferhâd ile Şîrîn, 5046.
2.3. Güzel (Mekân)
Mevhûb-ı Mahbûb’da cennetteki nimetler anlatılır. O güzel vatanda, müminler yemek istediğinde yetmiş bin sofra geleceğini söylenir.
Taʿâm isteyicek mü’minler anda
Cinân içinde ol mahbûb vatanda
Şeyh Baba Yusuf Sivrihisarî, Mevhûb-ı Mahbûb, 4496.
2.4. Güzel (Eser)
Mustafa b. Keskin, eserini süslü, güzel bir kadına benzetir. O da bir dilber gibi gönülleri kendine çeker:
Benim tuhfem de bir mahbûb-ı zîbâ
Gönüller cezb ider ol dil-berâsâ
Mustafa b. Keskin, Manzûme-i Keskin, 44.
Lâmiî Çelebi, meydana getirdiği eseri över ve onun bir gül bahçesi hatta zamanın en güzeli olduğunu belirtir. Eserini önce gül bahçesine, sonra güzel bir kadına benzetir:
Nice gül-zâr bir mahbûb-ı devrân
Felekler kaşları yasına kurbân
Lâmiî Çelebi, Ferhâd ile Şîrîn, 937.
2.4.1. Güzel (Hikâye)
Sivrihisarî, peygamberlerin binitlerinden bahsedeceği kısma “Yine ben son derece güzel, hoş ve latif bir hikâye nakledeyim.” diyerek giriş yapar. Mahbup, beyitte bulunan yakın anlamlı kelimelerle birlikte hoş veya güzel anlamında hikâyenin sıfatı olur:
Yine nakl ideyin men bir hikâyet
Latîf mahbûb u raʿnâdur begâyet
Şeyh Baba Yusuf Sivrihisarî, Mevhûb-ı Mahbûb, 3863.
2.4.2. Güzel (Söz)
Bir kişinin Müslüman’ım demesi güzel, hoş, beğenilen, temiz bir sözdür. Burada mahbup kelimesi güzel, hoş, beğenilen anlamlarında sözün sıfatı olmuştur:
Müsülmânem dise bir kimse iy cân
Bu mahbûb pâk sözi söylerken ol cân
Şeyh Baba Yusuf Sivrihisarî, Mevhûb-ı Mahbûb, 5777.
2.5. Güzel (Meyve/Yemiş)
Mahbup kelimesi yiyecekler için de sıfat olarak kullanılabilmektedir. Hz. Muhammed, miraca çıktığında ucu arşa çıkan yeşil yapraklı bir ağaç görür. Ağacın güzel, hoş, tatlı yemişleri asılı durmaktadır:
Yimişleri tururıdı muʿallak
Latîf raʿnâ vü hem mahbûb u ezrak
Şeyh Baba Yusuf Sivrihisarî, Mevhûb-ı Mahbûb, 4167.
2.6. Güzel (Varlık)
Mevhûb-ı Mahbûb’da Hz. Muhammed’in miraç gecesinde biniti olan Burak’ın yaratılışından bahsedilir. Allah onu yeşil yakuttan hoş, beğenilen, sevilen, arı duru, güzel bir şekilde yaratmıştır. Mahbup, güzel anlamıyla Burak’ın sıfatı olmuştur:
Yaratdı anı ez-yâkût-ı hadrâ
Latîf mergûb u hem mahbûb musaffâ
Şeyh Baba Yusuf Sivrihisarî, Mevhûb-ı Mahbûb, 3701.
Sonuç
Divan şiirinin yeni Eflatunculuk ve vahdetivücut felsefelerinden beslenen düşünce dünyası, şiirde maddi ve geçici olanın yerine soyut, kalıcı ve ideal olanın anlatılmasını gerektirmiştir. Bu düşünce dünyasında aşk, en dünyevi hâlinde bile vacibü’l-vücudun güzelliğine duyulan hayranlık ve yüce sevginin izlerini taşır. Aşk dünyasında cinsiyet değil, roller önemlidir. Sevgili ve âşığın cinsiyetinden çok, hâlleri ve vasıfları öne çıkarılır. Erkek de olsa kadın da olsa sevgilinin veya âşığın vasıfları hemen hemen aynı ifade, benzetme ve remizlerle ele alınır. Bu bakımdan divanlardaki sevgiliye cinsiyet tayin etmeye çalışmak doğru değildir.
Mahbup kelimesi sözlüklerde herhangi bir cinsiyetle ilişkilendirilmemiştir. Bu da kelimenin hem kadınlar hem de erkekler için kullanılabildiğini göstermektedir. Kelimenin sözlüklerde “sevilen, çok sevilen, sevgili; güzel, hoş, tatlı, şirin, sevimli” anlamlarının yaygın olduğu görülmüştür. Bunların yanında “dilber, yar, dost; erkek sevgili” gibi anlamları da vardır. Sözlüklerdeki anlamlar birlikte değerlendirildiğinde sevgi duyulanın veya en sevilenin mahbup olduğu söylenebilir ki bu cinsiyetten bağımsızdır.
Mahbup kelimesi, dil bilgisi yönünden müzekker olsa da hem Arapçada müzekker ve müennesin farklı tasarrufları olması hem de Türkçede gramatikal cinsiyet bulunmaması nedeniyle doğrudan erkek cinsiyetiyle irtibatlandırılamaz. Mahbup, Türkçede diğer kelimeler gibi cinsiyet bildirmeyen, hem erkek hem de kadın için kullanılabilen bir kelimedir. Divan şiirinde mahbubun erkek, mahbubenin kadın sevgiliyi işaret ettiği iddiası metinlerle uyuşmamaktadır. Mahbup, birçok yerde açıkça kadınlar için kullanılmaktadır. Metinlerde vezin veya kafiye gerektirmediği sürece mahbube kelimesinin kullanımı pek tercih edilmemiştir. Bunun nedeni sevgilinin erkek olması değil, mahbubun hem erkek hem de kadın için kullanılabilir olmasıdır.
Mesnevilerde mahbup kelimesinin, sevgili anlamında erkek tarafından kadın için, kadın tarafından erkek için, erkek tarafından erkek için, insanların sevgilisi olarak Allah için, Allah’ın sevgilisi olarak Hz. Muhammed, diğer peygamberler ve din büyükleri için, insanların sevgilisi olarak toplumun önde gelenleri için; güzel/şirin/tatlı/hoş anlamında insan, çocuk, kadın, erkek, arkadaş, kul, iş, mekân, eser, hikâye, söz, meyve ve varlık için kullanıldığı verilen örneklerde açıkça görülmüştür. Bu kullanımlar, mahbubun hem isim hem de sıfat olarak belirli bir cinsiyet bildirmediğini göstermektedir. Ayrıca mahbup kelimesi, sıfat olduğunda insan isimleri dışındaki varlıklar için de kullanılabilmektedir.
Osmanlı toplumunun değer ve inanç sisteminin meşru görmediği ilişkilerin aleni yaşanması toplum tarafından hoş görülmemiştir (Gelibolulu Mustafa Ali, 1978, s. 59). Bu tür ilişkileri olanlar bir şekilde dile düşmüş ve kınanmıştır. Tezkireler ve Osmanlı dönemi kaynaklarında durumları belirtilmiş (Latîfî, 2000, s. 443; Kınalızâde Hasan Çelebi, 2017, s. 279) veya tezkire yazarının tercihine göre esere hiç alınmamıştır (Kaya, 1990, s. 275). Kendi durumunu yazdığı metinlerde alenileştirmeyi seçtiği düşünülen bir şairin bu ilişki biçimiyle ilgili kaynaklarda veriler bulunması gerekir. Dönemin meşru görmediği ilişkiler türlü şekillerde kayıtlara geçirilmişken estetik geleneğin gerekliliklerini yerine getiren şairlerin kullandıkları çok anlamlı ve katmanlı ifadeler üzerinden kesin sonuçlara ulaşmak mümkün değildir (Şentürk, 2007, s. 368- 369, 376-377). Hele mahbup kelimesini tek bir anlama indirgeyip kelimeyi kullanan her şairi eş cinsel ilan etmek vakıa ile örtüşmemektedir.
Bu veriler ışığında sadece mahbup kelimesine bakarak divan edebiyatı metinlerindeki ilişki biçimlerini ve sevgili tipini tayine kalkışmak son derece hatalıdır. Özellikle farklı yorumlar yapılması da mümkün olan çok anlamlı ve katmanlı metinlerde divan şairlerinin yazdığı diğer eserler ve onlarla ilgili biyografik bilgiler önem arz eder. Farklı kaynakların katkısıyla da metindeki ilişki biçimleri net olarak ortaya konamıyorsa bu durumda metin, divan şiirinin genel felsefesi doğrultusunda değerlendirilmelidir.
Kaynakça
Ahmed Vefik Paşa. (1889). Lehce-i Osmânî. Dersaadet: Mahmûd Beg Matbaası.
Akün, Ö. F. (2013). Divan edebiyatı. İsam Yayınları.
Ali Seydi. (1911). Resimli kamûs-ı Osmânî. Matbaa ve Kütüphane-i Cihan.
Aslan, Ü. (2010). Klâsik Türk şiirinde şâhid. Dil ve Edebiyat Araştırmaları Dergisi, 1, 1-28.
Ayverdi, İ. (2005). Asırlar boyu tarihî seyri içinde misalli büyük Türkçe sözlük (Düz.: A. Topaloğlu; Yay. haz.: K. C. Bayar). Kubbealtı.
Bâkî. (1994). Bâkî dîvânı tenkitli basım (Haz.: S. Küçük). Türk Dil Kurumu.
Batislam, H. D. (2003). Divan şiirinde âşık, sevgili, rakip üçlüsü ve ölüm. Folklor/ Edebiyat, IX, 186-199.
Cemâlî. (2016). Hümâ vü Hümâyûn inceleme tenkitli metin tıpkıbasım (Haz.: O. Horata). Harvard University.
Ceyhan, Â. (2000). Süleyman Nahîfî’nin mevlidü’n-nebî mesnevîsi. A.Ü. Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Dergisi, 14, 89-141.
Çağbayır, Y. (2007). Ötüken Türkçe sözlük. Ötüken.
Çavuşoğlu, M. (1986). Divan şiiri. Türk Dili Türk Şiiri Özel Sayısı II Divan Şiiri, 415-416-417, 1-16.
Çolak-Bostancı, G. ve Koç Keskin, N. (Güz 2013). Arapçadan alıntı müennes kelimelerin Türkiye Türkçesindeki tutunamamışlığı. Dil Araştırmaları, 13, 93- 108.
Devellioğlu, F. (1996). Osmanlıca-Türkçe ansiklopedik lûgat. Aydın Kitabevi.
Ebû Abdillah Muhammed İbn İsmâîl el-Buhârî. (1987). Sahîh-i Buhârî ve tercemesi (Cilt 1) (Çev.: M. Sofuoğlu). Ötüken.
Edirneli Nazmî. (2004). Pend-nâme-i Nazmî (Haz.: K. Altun). Laçin.
Eflâtun. (1962). Devlet. Remzi Kitabevi.
Eflâtun. (1997). Phaidros. Millî Eğitim Bakanlığı.
Enderûnlu Fâzıl. (1945). Hûbânnâme (Haz.: E. Muhib). Yeni Şark Kitabevi.
Enderûnlu Fâzıl. (2002). Zenânnâme (Haz.: N. Öztürk). Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Ertek Morkoç, Y. (2011). Klasik Türk edebiyatında kadın şairlere bir bakış. CBÜ Sosyal Bilimler Dergisi, 9(2), 223-235.
Fârâbî. (1997). İdeal devlet (Çev.: A. Arslan). Vadi.
Fuzûlî. (2019). Leylâ ve Mecnûn (Haz.: A. Bilgin ve A. Kılınç). Kapı.
Gelibolulu Mustafa Âlî. (1978). Görgü ve toplum kuralları üzerinde ziyafet sofraları (Haz.: O. Ş. Gökyay). Tercüman Gazetesi.
Hadot, P. (2016). Plotinos ya da bakışın saflığı (Çev.: Ö. Doğan). Doğu Batı.
Hindoğlu, A. (1838). Hazîne-yi lügât dictionnaire abrégé. Marchand Libraire.
Hüseyin Remzi. (1887). Lügât-ı Remzî. Matbaa-i Hüseyin Remzi.
İhvân-ı Safâ. (2014). Risâleler 3 (Çev.: H. İ. Şimşek ve Y. Atalık). Ayrıntı.
Kaçar, M. (2007). Divan şiirinde erkek sevgili tipi ve şehrengizlerdeki erkek güzeller. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 37, 61-83.
Kaya, İ. G. (1990). Dükaginzâde Taşlıcalı Yahyâ Beg’in şiirlerinde cinsellik. Journal of Turkish Studies-Türklük Bilgisi Araştırmaları, XIV, 273-281.
Kılıç, C., ve Arslan, H. (2007). İslam düşüncesinde aşk metafiziği İbn Sînâ ve Mevlânâ’da aşk felsefeleri. e-Journal of New World Sciences Academy, 2(4), 321-351.
Kınalızâde Hasan Çelebi. (2017). Tezkiretü’ş-şu’arâ (Haz.: A. Sungurhan). T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü.
Lâmiî Çelebi. (2017). Ferhâd ile Şîrîn (Haz.: H. A. Esir). T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü.
Larendeli Hamdî. (2004). Leylâ ile Mecnûn mesnevisinin Arap, Fars ve Türk edebiyatında ele alınış biçimi ve Larendeli Hamdî’nin eseri (Haz.: B. S. Abdelmaksoud). Yayımlanmamış Doktora Tezi. İstanbul: İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü.
Latîfî. (2000). Tezkiretü’ş-şu’arâ ve tabsıratü’n-nuzamâ (inceleme-metin) (Haz.: R. Canım). Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı.
Manisalı Câmi’î. (2017). Muhabbet-nâme bir Vâmık ile Azrâ hikâyesi (Haz.: M. E. Harmancı). T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü.
Mostarlı Ziyai. (2007). Şeyh-i San’an mesnevisi (Haz.: M. Gürgendereli). Kitabevi.
Muhyiddin İbn Arabî. (2008). Fütuhât-ı mekkiyye (Cilt 8) (Çev.: E. Demirli). Litera.
Mustafa bin Keskin. (2001). Manzume-i Keskin (Haz.: A. Kılıç). Laçin.
Mürîdî. (2005). Mürîdî ve pend-i ricâl mesnevîsi (Haz.:A. Kılıç).Akademi Kitabevi.
Niyâzî-i Kadîm. (2008). Hallâc-ı Mansûr menâkıbnâmesi (Haz.: M. Tatcı). H. Nef’î. (1993).
Nef’î divanı (Haz.: M. Akkuş). Akçağ.
Öztoprak, M. (2020). Yunus Emre’nin divanındaki peygamber anlayışı. Dinbilimleri Akademik Araştırma Dergisi, 20(1), 299-327.
Pattabanoğlu, F. Z. (2016). Yeni Platonculuğun Fârâbî’nin aşk anlayışına etkileri. Ekev Akademi Dergisi, 65, 211-238.
Raif Necded. (tarih yok). Yeni resimli Türkçe kamus. Yeni Şark Kütüphanesi.
Redhouse, J. W. (1864). Kitâb-ı müntahabât-ı lügât-i Osmaniyye. Matbaa-i Âmire.
Redhouse, J. W. (1987). A Turkish and English lexicon. Librairie Du Liban.
Steingass, F. J. (1963). A comprehensive Persian-English dictionary. Routledge & Kegan Paul Limited .
Şemseddin Sami. (1900). Kamûs-ı Türkî. İkdam Matbaası.
Şenocak, A. (2007). Arap dilinde erillik dişillik müzekker müennes. Bilimadamı.
Şentürk, A. A. (2002). XVI. asra kadar Anadolu sahası mesnevîlerinde edebî tasvirler. Kitabevi.
Şentürk, A. A. (2007). Klasik şiir estetiği. T. S. Halman vd. (Ed.), Türk Edebiyatı Tarihi içinde (C 1, s. 361-402). Kültür ve Turizm Bakanlığı.
Şeyh Baba Yusuf Sivrihisari. (2000). Mevhûb-ı mahbûb (Haz.: A. Kartal). Yunus Emre Kültür Sanat ve Turizm Vakfı.
Şeyh Gâlîb. (1994). Şeyh Gâlîb dîvânı (Haz.: M. Kalkışım). Akçağ.
Şeyh Galib. (2003). Hüsn ü Aşk (Haz.: M. N. Doğan). Ötüken.
Tanpınar, A. H. (1997). 19’uncu asır Türk edebiyatı tarihi. Çağlayan Kitabevi.
Tulum, M. (2011). 17. yüzyıl Türkçesi ve söz varlığı. Türk Dil Kurumu.
Ûdî. (2017). Mâcerâ-yı Mâh (Haz.: F. S. Kutlar Oğuz). T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Kütüphaneler ve Yayımlar Genel Müdürlüğü.
Yunus Emre. (1997). Yunus Emre dîvânı (Haz.: M. Tatcı). Millî Eğitim Bakanlığı.
Zenker, J. T. (1866). Türkisch-Arabisch-Persisches Handwörterbuch. Wilhelm Engelmann Libraire-Editeur.